İİİİİEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYYT!!!!!!
Geçin bakam karşıma, anlatacaklarım var.
Yıllardan beri oynadığımız ferepelerimizde ister istemez hepimizin çok sevdiği ortak noktalar ortaya çıkıyor belli bir süre sonra. Karşımıza çıkan manyağın tekiyle atışmayı seviyoruz, hikayemizi anlatmayı seviyoruz, yeni bir ortama geldiğimizde çaktırmadan orayı kolaçan etmeyi seviyoruz, kombatı tabii ki çok seviyoruz ve hele hele kombat sonrası etrafta hareketsiz duran bedenlerin üstünü başını aramayı ayrı seviyoruz.
Bu oturumda ise normalde "evet bayılırız" demeyeceğimiz bir yönüyle hoş beş olduk oyunun. Ve en azından kendi adıma söyleyebilirim ki misçik gibi bir zevk verdi bana. Bu yön ise, ele geçirdiğimiz ve tutsak ettiğimiz iki insanın hayatı üzerineydi.
Bir yandan biliyorduk, bunlar muhtemelen beş para etmez adamlar ama bir yandan da elimizde onların bizim onlara saldırışımızdan dolayı karşılık vermelerinden başka yaptıkları yanlış bir şey yoktu. Tabii ki sağda solda muhtemelen çok canlara kast etmişlerdi, ortalığın amına koymuşlardı ama ortada ister istemez belirsiz bir durum vardı.
Bir önceki oturumda ortalığı toza dumana kattıktan, hesap kitabımızı yaptıktan sonra elimizde kalan bu iki adam, bize de hem karakter hem de insan/elf olarak farklı yönlerimizi gösteriyordu. Karşımızdaki iki tipten biri (üç harfli adı neydi?) daha sakin dururken, diğeri (Klemens) baya ruh hastası izlenimi veriyordu. Başından beri rahat durmayan bu delibalta, bizimkilerin sinirlerini gerdikçe geriyordu.
Daha sağlıklı bir şekilde karar verebilmek adına bunları ayırıp konuşmaya karar verdik. Sakin olanı çadırlardan birine soktuk ve konuşmaya başladık. Benim içimdeki hisle paralel bir şekilde, adam düzgün düzgün konuştu, neden Riverland civarlarından başına gelen bokum olaylarla bu işlerle uğraşmak zorunda kaldığını ve Staglord'a biat edişini anlattı. Ve hikayesi hiç de kulağa batmadı. Dahası, Klemens denilen sarıçıyanın Ravlov kasabı denilen bir katil olduğunu, sakın ona güvenmememiz gerektiğini anlatıyordu. Dinlerken Klemens hakkındaki yargımız oldukça kuvvetlenmişti.
Ta ki grup olarak aramızda demokrasiyi son raddelerine kadar yaşama kararı alıp oylamaya geçene kadar.
Farklı oylamalar sonucunda ve biraz da gerilerek nihai karar, Klemens'in tarafından olayların nasıl göründüğünü öğrenmeye geldi.
Ravlov kasabını gebertmeye bir kısmımız oldukça kararlıyken, çadıra girip konuşmaya başladığımızda Klemens'in bütün bu iddiaları reddettiğini görüyor, üstüne üstlük sakin abinin boş beleş manyağın teki olduğunu, hakkında bir insan hakkında söyleneyebilecek en fena dostoyevskivari şeylerden biri olan "o konuşur öyle" diyecek kadar ileri gidiyordu. Bizden istediği ise kendisini salıvermemiz, kesinlikle kendisini öldürmememizdi çünkü onun bırakın kasaplıkla, hırsızlık yapmaktan başka kötülükle ilgisi yoktu.
Mal gibi bir ruh haliyle çadırdan dışarı çıkıp olan biteni diğer arkadaşlara aktardığımızda, grupta sinirler biraz daha gerildi. Ama yanlış anlaşılmasın, bir kavgadan ziyade, demokrasinin yakıcı ve diri tutucu gücünün bir yansıması gibiydi bu gerginlik.
Velhasıl kelam, uzun tartışmalar sonucunda Klemens'i salmaya karar verdik ama sakin abiyle konuşurken onu fazla "etkileyen" Kedi, sakin abiden kısa sürede kurtulamayacağını anladı. Sakin abi de bizimle geliyordu, en azından ormandan kurtulana kadar.
Halbuki, ormandan kurtulmak, bu tuhaf ağaçlar birliğini geride bırakmak hiç de o kadar kolay olmayacaktı. Daha yolun başındaki ilk dinlenme nöbetinde tuhaf koca devasa eşşek gibi bir beyaz kurt, bir Warg, bizim atlardan birinin işini bitiriverecekti. Ormanda ilerlerken ise bizi yine aynı şekilde ara ara yoklayacak, bu korkutucu yaratığın bizde uyandırdığı gerilimi tek hafifletecek ise, bir yandan yine sinir bozucu şekilde, hepimize farklı farklı oyunlar oynayan orman perileriydi.
Muhtemelen yakalayıp indirip donlarını baktığımızda hepsinin siki ve taşşağı ayrı ayrı denk çıkacak bu kardeşlerimiz yolun başında haydutların kamp alanında Kedi'yi kısa süreliğine kadına çevirirken (ohhh anammmm vah vahap vahhhhh), Tan'ın botuna yumurta kırdılar, Duns'la Tomrad'la da ayrı ayrı uğraştılar. Ama fantastik olan şuydu ki, nasıl bizle mik mik uğraştılarsa, Warg'dan da bizi koruyan bu tuhaf, bu CAHİL periler oldu. Zira bir noktada Warg'ın üzerinde 4 ışık beliriyor, o ışık sanki Warg'ı belli bir mesafede tutuyordu.
Bütün bu olan biten boyunca ise göz yaşartıcı bir şeye tanık oluyorduk: Kedi ile sakin abinin gözümüzün önünde serpileyazan dostluğu. Sakin abi Kedi'nin gözlerinin içine içine bakıyor, biz de onlara bakarken muhtemelen Kedi'yle pale birer yetimkene ilk tanıştığımız anlarımızı hatırlıyorduk. İçindeki dostane öğretmenliğini istese de bırakamayacak olan Kedi, sakin abiyle uzun süreli bir ilişki yaşayacak gibi hissediyorum; elbette bunu zaman gösterecek.
Ve tabii ki Oleg'in tavrı! En sonunda ormanı geride bırakıp, düzlükleri aşıp Oleg'le dolgun hanımı Svetlana'nın outpost'una geldiğimizde, derin bir nefes almakla beraber başka savaşçı tiplerle de karşılaşmak durumunda kaldık. Kendilerinin de yetkili olduklarını iddia eden bu kardeşlerle şu anda görünürde anlaşıyor gibiyiz. Beraber bir şeyler yapar mıyız onu bilemiyorum. Ama Staglord'la da öyle dımdızlak karşılaşılmaz gibi gibi gibi geliyor açıkçası.
Tan'ın nasırlı ama içi yumuşak ruhuna süper tatlı gelen ise, savaşçılarla beraber arkada tamirat yapanlardan birinin, ilk saldırda tutsak ettiğimiz ergen genç Danlap (kesin yanlış yazdım) olmasıydı. Demek ki Oleg'in ganı ısınıvemiş paleye hehehe!
Evet efendim. Bir oturumun daha sonuna geldik. Volkan diyem bu ölüm kalım kararsızlığında iki karakteri harika oynattı, gerçekten nüanslıydı ve arada bırakan bir şekildeydi ama alavere dalavereyle değil. İzlemesi de parçası olması da çok keyifliydi. Ve her zamankinden farklı olarak, kombatı çok olmasa da böyle bir ikilemi grup içinde yaşamak, üzerine tartışmak da değişik ve insanın oyuna bakışını bir kez daha güzelleştiren bir öğeydi.
Tüm emeği geçenlere teşekkürler, yanaklarınızdan öperler.