|
| 3 aralık 2009 oturumu | |
| | Author | Message |
---|
caleb
Posts : 2328 XP : 7975 Join date : 2008-11-30
| Subject: 3 aralık 2009 oturumu Tue Dec 08, 2009 12:01 pm | |
| yağmurlu ve buz gibi soğuk havaların en sonunda bokunu çıkararak gelmiş olduğu şu günlerde insan düşünmeden edemiyor, gençler şu anda bizde olsa da, bir oyun daha patlatsak, diye. zira yine güzel bir oyunu ardımızda bıraktık. neler oldu, neler olmadı? en son, thoros'un elinden baldwin'i kurtarmış, dönüş yoluna koyulmuştuk. bir önceki oturumda çok fena to be continued şeklinde biten oyunumuz previously on mkva şeklinde başladı. dönüşte utica mezbeleliğinden geçerken atları fark ettik, çapulcuların aldığı. burada sebastian'ın harika numarasıyla çok rahat hallettik işimizi. en son atları almış giderken hanın içinden birbirine düşen çapulcuların kavga sesleri geliyordu. hehehe. buradan sebastian'a bir tebrik ve bir selam. baldwin üzgün. dönüş yolu boyunca öncelikle dönüş yolunu nasıl kat edeceğimizi, sonra da kaleye nasıl gireceğimizi konuştuk. bir yandan da korian'la sebastian baldwin'le eyyam soslu sohbetler yaptılar. özellikle sebastian'ın baldwin'i soyluluğa ikna etmeye çalışmasını izlemek çok eğlenceliydi. bu arada, unutmadan eklemek lazım ki, tinen'in bizi ara ara doğru şekilde hareket etmeye yönlendirmeleri ve bu yöndeki hatırlatmalarıyla kulağımıza küpe yapmaya çalıştığımız ama hemen düşüveren sözlerinin biraz da olsa etkisi olduğunu hissediyor insan. baldwin hırslı. kaleye doğrudan gitmeyi reynald'a ve asıl anthar'a güvenemediğimiz için bir opsiyon olarak görmediğimizden, dedik saklanalım; zira sınırı hızla geçmiştik toros tekrar peşimize düşmesin, diye. baldwin bu esnada, kalenin yakınındaki hana gitmeyi önerdi ama daha önceki handa ağzımız yanmış olduğundan mı, genel olarak hanın kalenin hemen dibinde olmasının verdiği ele geçirilebilirlik hissinden mi bilemiyorum, bir şekilde sir reynald'a bağlı çiftçilerin lahana tarlalarında yattık. sabah amca elinde zopayla bizi kovmaya kalktı. ona durumu anlatmaya çalışırken bocaladık, yok bu baldwin, yok bu değil baldwin, diye. amcanın da kafası karıştı. neyse, sebastian'ın altınları bizi burda kurtardı. iyi oldu. baldwin öfkeli. bu noktada planımız yürürlüğe girdi. sebastian'la yhenni, grubun bir şekilde güvenilir kale muhafızı berg'e haber ulaştırmanın elzem olduğuna karar vermesiyle, disguise yeteneklerini kullanarak kılık değiştirdiler, fena da olmadılar. sebastian tüccar, yhenni köylüsü. dumb and dumber gibi gittiler kaleye. hehehe ulan düşündükçe gülüyorum, don kişot'la sanço panza gibi. diğerleri de başka ve sebastian'dan çok etkilenmiş görünen bir köylü amcanın evinde konaklayacaklardı. kale girişindeki muhafızları atlattılar. içeri girdiler. burada şaşkınlıkları başladı. önce misafirhaneye girmeye çalıştılar. maksat tek başına adam yakalayıp charm'ı atmak, onu da berg'e yollamak. hahahahahah. misafirhane kapalıydı, sonra gittiler hizmetçi odasına, orda da iki üç kişi koşturuyolardı, yine tek başına adam kadın yakalayamadık. millet de hafiften kıllanıyor tabi bir yandan, napıyor lan bu mallar, diye. baktık kalenin öbür duvar dibinde demirci var, o tek başına diye gittik o tarafa. demircinin de tezgahı açık, doğal olarak, gözüküyo içerisi dışarısı, herif yarı dışarıda iş yapıyo. berg'in yerini de tak diye söyledi kışlada bulursunuz, diye. sebastian o sırada hızını alamadı, az kalsın atıyordu charm'ı, geliyorduk kayalara. hehehehe. kışlanın kapısındaki muhafızları da atlattıktan sonra berg'in kapısını tıkladık. o da tanımadı. hayırdır, diyor adam haklı olarak. kendimizi tanıtınca noluyoruz oldu. ehehe disguise mükemmel bir şeymiş ya. neyse, anlattık böyle böyle diye, gece handa hep beraber buluşmak için anlaştık. ama önce sir reynald'ın sarayımsı binasındaki kütüphaneden baldwin'in soyunu kanıtlamak için istediği iki kitabı bulmamız gerekiyordu. asıl manyaklık burada oldu zaten. kütüphanede ister istemez belli bir süre geçirdikten sonra tam çıkmış gidiyorduk ki, anthar efendiyle karşılaştık. kendisi tam bir sinsilikle ağzımızı aradı, allahtan kılıklarımızdan tipimizi çıkaramadı ama. yoksa o esna da bittiğimiz an olacaktı. yanındaki kadın korumasıyla berg'e bi garip bakıyorlardı onları orada bıraktığımızda. baldwin kalenin başına geçmek istiyor. neyse efendim, handa diğerleriyle buluştuk, berg'in bahsettiği kalenin içine çıkan alt geçidi kontrol ve hazır ettik. bu arada, kimse bizi tanımamışken, pinlo denilen garson keratanın anında "ehehehe abi naptınız siz ya" diye tanıması ayrı bir olaydı. baldwin'i hanın üst katında saklarken ve biz alt katta otururken önce pinlo'dan berg'in saldırıya uğradığı ve yaralı olarak hapse atıldığı haberi, sonra da hanın hemen dışına sir reynald'ın atlı muhafızları geldi. dediler bizimle geleceksiniz, e peki dedik, gelelim, saklayacak bir şeyimiz yok. sakinliğimizle takdir topladık (en azından benim gözümde, hehe). kaleye vardık, doğrudan reynald'la görüşmeye gittik. anthar ortalıklarda yoktu. reynald baldwin'i görür görmez sarıldı. baldwin biraz tiksinmiş duruyordu, biz bilemedik. anthar nerede dedik, odasındadır heralde, dedi. tinen daha önce aldığı mükemmel büyüsünü kullansa hakkaten mükemmel olacakmış burada, sonradan öğrenecektik. o yine üstü kapalı teklifini çaktırdı bize ama reynald yaptı eyyamı tek başına orada, hemen başına çökeriz anthar'ın falan diye. biz de peki dedik. gizli koridordan anthar'ın kapısına geldik. kapıda o kadın duruyodu. kral zorla açtırdı kapıyı, kadın bizi içeri buyur etti. içeri girdik. MAL GİBİ. hahahahah. içeri girer girmez kapı kitlendi ardımızdan. duvarın dibinden sinsi anthar korian'ı çok fena hançerledi; reynald döndü sebastian'a saldırdı sanırım. ulan dedik şerrefsizler. şimdi ziktik belanızı. korian gidiyordu bu arada ciddi ciddi. hayat kurtaran, oyun mekaniğine getirdiğimiz içtihat oldu. ama asıl hayatlarımızı muhtemelen kurtaran, oyun boyunca sessiz kalan orrath oldu. öfkeli haliyle öfkesiz haliyle çok accayip can yaktı. anthar'ı ayrı, reynald'ı ayrı öttürdü. anthar'ı yere yıkmak bana kaldı ama olsun. reynald sinsisini ise sağ bıraktık. sonraki dakikalar, korian'ı kendine getirmek ve reynald'a hakaret etmekle geçti. yhenni o odada çok kalmak istedi, içerdeki her şeye çok kamandı ama oyun bitti. inşallah sonra fırsatı olur, ya da kendi fırsatını yaratabilir. bakalım şimdi neler olacak. baldwin başa geçebilecek mi? sebastian vezir olacak mı? tinen iyileştirici yeteneklerinin yanı sıra korku dolu güçlerini ortaya salabilecek mi? orrath bize öfkelenirse ne olacak? korian'ın marifetleri ne durumda? yhenni ne zaman yeni bir girişimde bulunacak? enlo ve drumlin şaşkınları köy kızlarını sıkıştırıyolar mı? bütün bu soruların cevabı çok yakında, mkva'da! ************* uzunluk olarak makul bir oyun oldu. böyle çok uzamayınca çok hoşuma gidiyor benim. oyun kafada şekilleniyor, güzel demlenebiliyor. emeği geçen herkese, tinen'lere, orrath'lara, korian'lara, sebastian'lara, yhenni'lere teşekkürler. volkan'ın beynine, yüreğine sağlık. her geçen oyunda setting'iyle, plot'uyla, npc'leriyle, daha da ustalaşıyor. buna tanık olmak çok zevkli bir şey. çok da saygı duyulası açıkçası. helallettin. | |
| | | 1UP Admin
Posts : 3270 XP : 9096 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 3 aralık 2009 oturumu Tue Dec 15, 2009 8:24 pm | |
| Yine geç gelen değerlendirmemi yazayım.
Bu oyuna ne yapacağını çok bilemeden başladı mkva. Baldwin’i haydutların elinden dahiyane ötesi bir plan ve harekatla almıştık, tamam. Fakat şimdi ne yapacağımız meçhuldü. Sınırı bir an önce geçmemiz gerektiği konusunda hemfikirdik, zira torosun gücünden emin değildik ve sınırın bu tarafındayken bir saldırıya uğramak, başa çıkamayacağımız dövüşlerin içinde kalmaktan tırsıyorduk. Özellikle de gecenin karanlığına kalırsak.
Tam gaz sınırın daha medeni tarafına gidiyorduk ki, yolumuz kaçınılmaz olarak gelirken uğradığımız hanın yakınlarına düştü. Burada gördüğümüz atlarımızı geri alma konusunda tartışmamız çok zaman almadı, zira neredeyse herkes hemfikirdi onları almamız gerektiği konusunda. Çok net olmayan, bizden çalan haydutlara vereceğimiz ders konusundaki fikirlerimizdi. Sonuçta daha medeni ve sakin yolu seçtik (tabii bunda combatta ossurma ihtimali en yüksek olan sebastian ve korian’ın goygoyunun rolü büyük sanırım). Kombat planımızı güzelce hazır etsek (ve kombata kamanmış olsak da) sebastian’ın akıl alan büyüleri sayesinde tereyağından kıl çeker gibi işimizi hallettik. Hoş sebastian’ın atlara ikişer üçer doluşup bir an önce topuklama çabaları 20 karizmasını az çizdirdi ama olsun, can tatlı. Bu gidişle karşımıza zombi, golem, heyvanat ya da akılsız yaratıklar çıkmadıkça orrath üzülecek gibi : )
Boldwin’in yanımızda olması enteresan bir durumdu şüphesiz. Lord’un oğlu, soylu, şovalyelikle haydutluk arasında kalmış, babasının ihanetine uğradığından şüphelenen bir adam… Anthar’dan şüphelendiğimizi, babasının büyük ihtimalle onun etkisi altında hareket ettiği ve kötü niyetli olmadığı konusundaki fikirlerimizi ona anlattık. Onun da aklı buna yatmış gibiydi. Berg’le bir şekilde görüşmemiz gerektiği konusunda da bize katıldı. Tarlalarda köylülerle anlaşmazlıklarımız sırasında Boldwin ile aramızda bir gerginlik olup onu uyutmamız, uyandırmamız, geri uyutmamız, charmlamamız, sırtından bıçaklamamız, bağlayıp bırakmamız ihtimali bana çok yakın geldi, ne yalan söyleyeyim. Yine de inancı sarsılmış olsa da onurlu bir adam olan Boldwin’in grupla uyumu bir şekilde iyi gitti. Ya da huysuz ibne Korian’la uyumu mu diyeyim? Sebastian’ın grup içi ve grup-npcler arası uyum konusunda büyük rol oynadığı kesin.
Sonda söylenmesi gerek belki ama şimdi söyleyeyim. Ilginçtir, hiçbirimiz lordun kendisinden çok fazla şüphelenmedik. Hepimiz, conan’daki ibne büyücüler misali, anthar’ın onu zehirlediği konusunda kolayca hemfikir olduk. Soylu entrikalarını, millete iyi yüzünü göstermeyi iyi bilen lord bizi çok güzel kafalamış halbuki, olan sonradan ortaya çıktı. Hepimiz lord’un güvenilir bir adam olduğuna gönülden inanmışız. Volkan diyem’i bu konuda tebrik ederim.
Lord’un da ihanete dahil olduğunu ancak bizi tuzağın ortasına çektikten sonra, kılıcını çektiğinde öğrendik. Lord’a öyle bir güvenmek güvenmişiz ki, Tinen’in Zone of Truth fikrini bile öteleyip durduk. Halbuki onun dediği gibi lordun huzuruna çıkar çıkmaz büyüyü bassaydık, olaylar bambaşka olabilirdi.
Ibnetor anthar tahminimizin ötesinde sinsi çıktı. Biz büyücü ekol bir şeyler beklerken, rogue’luğun kralını yapıp Korian’ı hop diye arkadan bıçaklayıp yatırıverdi. Kendimizi birden aslında almak istemediğimiz, ya da daha doğrusu farkında olmadığımız bir risk içinde bulduğumuzdan, korian’ın çat diye ölümü (ya da ölüm ihtimali) herkeste bir ‘yok hayır, olamaz’ hissiyatı uyandırdı. Tuzağa düşmek ya da arkadan bıçaklanmak böyle bir şey belki de, lord dışında herhangi başka bir şeyden kıllanma ihtimalimiz olmuş olsaydı, ‘ulan anlamalıydık be’ deyip, başımıza gelenleri daha doğal karşılayabilirdik belki. Öldü mü ölmedi mi, fortitude mi wound mu derken korian ölemedi. Orrath ise sonunda kendini bulup korkunç baltasıyla can aldı, ne lord tanıdı ne yaver.
Sonunda, boldwin’in lord’u öldürme fikrine korian neden karşı durdu, neden kendilerini ta başından beri kandıran, aptal yerine koyan, elinde oyuncak eden ve az daha ölümüne sebep olan bu adam için ‘merhamet et, öldürme, at zindana orada kalsın’ dedi bilinmez. Baba hürmetinden olmadığı kesin. Belki öncesinde okuduğu hukuk kitaplarında okuduklarından öyesine tiksindi ki, orada yazanlar uygulanmasın istedi. Belki hala lord’un karizmasının etkisindeydi, onurunun yerlebir edilip idam edilmesine gönlü razı gelmedi. Belki ölümden döndüğü ve afalladığı için saçmaladı. Belki de sebastian’ın kararı bu olduğu için ondan etkilenip böyle söyledi. Zannetmiyorum ki o ölümden dönmüş kafayla lordun yaşamasıyla ilgili sinsi planlar yapmış olsun : ) | |
| | | valost
Posts : 2847 XP : 8584 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 3 aralık 2009 oturumu Fri Dec 18, 2009 1:16 am | |
| geç gelen değerlendirmelere devam genel olarak konuşmalarımızda herkesin oyundan keyif aldığını, eğlendiğini gördüm. bu biraz içimi rahatlattı zira benim için en zor oyunlardan biri oldu ve çok da iyi bi performans sergileyemedim. diyem diyeme konuşmalarımızda da engin beyle bu konuyu konuştuk... aslında en ucu açık, en rahat oynanıcak oyunlardan biriydi benim için ama mkva inanılmaz kestirme yollardan kafasına koyduğu hedefe ulaşmayı başardı. o hedef biraz muğlak olsa da bi hissiyat vardı grubun içinde ve en sonunda bazı sürprizlerle karşılaşmış olsalar da istediklerini aldılar... orrath efendiyi oyun sonundaki combata kadar yatırmış olduk. o da, o hınçla kesti adamları lord filan ayırmadan... wanve'nin yerini sebastian aldıktan sonra combatlarda bi parça düşüş olacak gibi görünüyor caleb ve sebastian kılık değiştirip kaleye girdiler ve olmadık işlere girdiler. ki çok eğlenceliydi. hadi lordun kızıyla evlenin desek tamam da, muhafız komutanını görmeye giden iki adamsınız. bir tüccar, bir uşak. charm'la işiniz ne olayın o anda düşündüklerinden daha basit olduğunu anladıkları andaki şaşkınlık muhteşemdi. bir diğer muhteşem an ise, antar'ın karşısında gayet cool, efendi bir şekilde kılıklarına uygun davranmalarıydı... çok gergin bi o kadar da eğlenceliydi... antar'ı atlatmaları ve onun onları tanımayışı mükemmeldi... tinen'in önerileri yine değerliydi... kullanabileceği büyüler vardı ama tercih edilmedi. oyun aralarında tinen diil keyla konuşuyordu sanki. hatta daha beteri bi ara "selen the goblin princess" konuştu acayip fikirlerle korian'ı kaybediyorduk yine. o da siz de isyanınızda haklıydınız, "ne oluyo, durup dururken," derken... antar öyle bi parça taşaklı adamdı. biraz tanımaya fırsatınız olsaydı tırsıcaktınız ama öyle bi an olmadı... o da baskına baskınla karşılık verdi, az daha korian'ı öttürüyordu... ayrıca köylü amcaya oğlum diye seslenip azarı yediği anda gördüm korian'ın bakışını, elini cebine atmış sleep'i çıkarmak üzereydi... "benim senin boyunda oğlum var" da faerun'dan olmasa da anadolu'dan bi seslenişti... bu arada korian'ı duvar dibine yerleştirip kurban eden barış da aslında oyunun kaderiyle oynamış oldu... orda orrath olsa grup tankını, tinen olsa medic'ini kaybedecekti belki de... korian da hayatını kaybediyordu... artık boynunda büyük bir piçak yarasıyla gezen bir arkadaşınız var... delikanlı gibi o yarayı açıkta mı bırakır, seksi gibi fular mı bağlar, görücez... zımba gibi bir macerayla mkva geri dönecek diye umuyorum... bir "pause" anındayız. malum bilgisayarım ve maceralarım tamircinin acımasız ellerinde... ama genel bi fikir olarak ne yapmak istediğinizi belirtirseniz iyi olur... tekrar yollara düşebilir, nereye isterseniz oraya gidebilirsiniz. kanka lord oldu, biz burada takılırız diyebilirsiniz... başka sinsi amaçlarınız vardır, kimselere çaktırmadan bana söyleyebilirsiniz... aramızda kalır, merak etmeyin... edit: calebler yhenni olarak okunuyor olum buralarda...
Last edited by valost on Fri Dec 18, 2009 12:45 pm; edited 1 time in total | |
| | | caleb
Posts : 2328 XP : 7975 Join date : 2008-11-30
| Subject: Re: 3 aralık 2009 oturumu Fri Dec 18, 2009 11:14 am | |
| caleb kim oglum : )
ehehehe | |
| | | 1UP Admin
Posts : 3270 XP : 9096 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 3 aralık 2009 oturumu Fri Dec 18, 2009 7:57 pm | |
| benim çok sesim çıkmadı korian'ın hop diye gidişine, DnD mekaniği olarak ne kadar olası olduğunu bildiğimden belki de. hatta mekaniğe bakarsak olması gereken o: rog adam dediğin, sorcerer, wizard gibi kıtipiyoz bir karakteri o şekilde yakalayabilirse tek vuruşta indirir. mükemmel kurulmuş tuzağın ortasına düşmüşüz, ya ne olacağıdı. rahmetli ea da öyle backstabla gittiydi : ) ayrıca gerçekçi bir senaryoda da gayet olası, o şekilde tuzağa çekilip arkadan piçahlanıp ölmek.
ama bahsettiğim 'inanamama' hissinin, hikayenin içinde olan adamdan gelmesi normal. ya da mesela oyun izlediğimiz bir film olsaydı, yine 'hayda niye öldü bu adam şimdi' diyebilirdik, aynı hesap. ama volkan'ın dediği gibi mesela anthar'ın ne kadar taşşaklı bir adam olduğunu biliyor olsaydık ya da tuzağa gittiğimize dair başka alametler de görmüş ama önemsememiş olsaydık o zaman herkes daha kolay kabullenirdi içlerinden birinin ani ölümünü.
ben şahsen oyun gibi oyundan ziyade daha dramatik oyunu tercih ediyorum. ama bir yandan da karakter ölümünün çok da zor olmaması taraftarıyım. öldürmeyen allah öldürmüyor olunca da çok güzel olmuyor.
sonuçta korian'ın her nefes alışında hissettiği, sırtının sol tarafındaki hala tam iyileşmemiş derin kılıç yarasının yanına bir de boynundaki uzun kesik eklendi. üçte keramet vardır : ) | |
| | | | 3 aralık 2009 oturumu | |
|
Similar topics | |
|
| Permissions in this forum: | You cannot reply to topics in this forum
| |
| |
| |