uuu beybiler... şen haramiler olarak hiç kombatsız, sakin bir oyunu atlattık... dışarıdan sakindi ama içimizde fırtınalar kopuyordu... baya bi role-play ağırlıklı oynadık, bi masa başında oturup, Üzgün Bakire hanının masasında, saatlerce tartıştık... çelişki içindeydik sürekli...
latron amarran'ın meydanlardan halka seslenişi, genci yaşlısı, muhafızı çerçisi herkesi harekete geçirmesi mükemmel oldu... valost'un akıl dolu planına uymaması grubun doğru bi karardı. neymiş gece herkes toplanıp yola çıksın, muhafızlar laf ederse ağızlarını kırarız... hehehhehe...
ama asabı çok bozuktu valost'un. bir dostunu daha acı bir şekilde hastalık yüzünden kaybetmişti... kendi elleriyle onu öldürmek zorunda kaldı. duygu yüklü anlar yaşandı. o haliyle hemen muhafızları dövelim deseydiniz gidip döverdi...
"şen haramilerin" haramilikten ziyade "şen" ve "olgun" yüzünü gördü mardin tarlası sakinleri... o kadar itlik serserilik yap, gittiğin her yerde millete kan kustur, mardin tarlasını felaketlerden kurtar... işlemediğimiz hayır, yapmadığımız delikanlılık kalmadı... belki de şen haramiler finale yaklaştıkça olgunlaştı, yaşadıkları olaylar onları dünyaya farklı bir şekilde bakmaya itti...
ubor'un yaşadığı çelişkiler mesela... gerçi yine sinsice çok sevdiği büyücü amcayla haberleşmiş ama olsun, onu yaparken de bi çelişki yaşamıştır heralde... kısa süren ayrılıktan sonra bambaşka bi ubor olarak döndü aramıza, sorumluluk sahibi, düşünceli, eskisinden daha sakin... öyle mi yapsak, böyle mi yapsak diye düşündü durdu...
caleb, valost'un ormanı kurtarma derdine destek çıktı. önce o işi halledelim, ormanı kurtaralım, sonra bakarız diğer işlere dedi. daha önce valost'a bu konuda bu şekilde arka çıkmamıştı. valost çok duyglandı o anlarda belli etmese de... "o orman bizim, hepimizin," diye düşündü...
latron da aynı şekilde valost'un yanında yer aldı... ubor'un düştüğü ikilem de zaten kendilerini aşan güçlerin karşısında duyduğu çaresizliği de içeriyordu... o da gidelim dedi...
valost da kararını vermişti zaten. arkadaşlarına da güveniyordu, farklı bi yol izleseler bile, kendi ihtiyacı olan şeyi almadan onların harekete geçmeyeceğine inanmıştı...
yola çıktıktan sonra ise beyaz pijamalarıyla karşımıza çıkan "suskunlar" tarikatının konuşkan üyeleri hafif tehditvari bi üslupla ellerimizdeki malları istedi. (bu arada cahillik çok güzel bi şey, tavsiye ederim
) daha önceki oyunlarımızdan birinde olsa zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü, der, dalardık emmilere o laflarından sonra ama "şen haramiler" kısa bi pazarlık sonucunda malları vermeye "he" dedi... dyvers müfettişleri peşimizde; kemiksize posta, hırsızlar loncasına posta, iuz tarikatına posta, uçan kuşa bile posta; şeytanla anlaşmaca, iblis öldürmece; iblisle anlaşmaca, şeytan öldürmeye kamanmaca... e amına koyayım nereye kadar...
artık hayat yorgunu olmuşuz kardeşim...
bu zavallı ve genç kahramanlarımızın sırtında "suskunlar"ın düşmanlığına yer kalmamıştı artık... o yüzden 1000'er altına verdik gitti malları... (yazının devamını suelce yazıcaktım ama engin abiye ayıp olmasın şimdi... harbiden unuttum lan dilimin altındaki şeyi
)
daha büyük güçlerin oyuncağı haline gelen grubumuz, bir iblisi daha öldürüp, hassirak adlı "şeytan"ın "gerçek şeytan" olmasına mı yardımcı olalım yoksa eski dostumuz ve yol arkadaşımız olan "keyla"yı mı öldürelim diye düşünüyor. hatta adam tutup keyla'yı mı öldürtsek diye hesaplar yapıyor... şeytanla anlaşmanın sonuçlarından biri heralde bu... iki ucu boklu değnek filan değil, değneğin kendisi bildiğin bok...
ve...
valost'un bir zamanlar gölgesinde dinlendiği, huzur bulduğu ağaçlar şimdi çürüyor, korkunç bir kötülüğe ev sahipliği yapıyor. bilgeliği ormanda meşhur olan oglais ustaya, insanlar kurban ediliyor; ormanı zehirleyerek yok etmekten bahsediliyor... tanıdığı, sevdiği, saydığı, kardeşi bildiği rangerlar gözlerinin önünde ölüyor, ölüme gidiyor hatta ellerinde can veriyor... son direniş noktası corustaith'te yaşayan annesi ne yapıyor, hayatta mı bilmiyor. ve geçen zamanla birlikte valost'un umutları tükeniyor... o puştun kendisini kazıklayacağını bilmesine rağmen, yine de son görevi yapmak ve bütün gücünü ormanı ve geride kalanları kurtarmak için harcamak zorunda... yalnız ve güzel ormanım gnarley forest... neyse ki bu yolda yalnız değil valost... şen ve harami arkadaşları yanında... kavgalar, şarkılar, türküler, kılıç sesleri, hehehhe
sanki sezon finali yaklaştıkça daha bi tatlı oluyor her şey, daha bi ağırlaşıyor; oyunlar hiç bitmesin istiyor insan... bize bu şahane dünyayı anlatan şahane diyem engin diyemoğlu'na saygılar, sevgiler...