|
| 11 Temmuz 2009 | |
| | Author | Message |
---|
valost
Posts : 2847 XP : 8588 Join date : 2008-11-20
| Subject: 11 Temmuz 2009 Sun Jul 12, 2009 11:25 pm | |
| adına şarkılar düzülen, on yıl sonra ismi meydanlara verilecek olan engin yağmurdereli'nin eline sağlık... "sen ne güzel diyemsin!" sen "şen haramiler"e bak yahu! 500 orkun inine girdik, bi elli tane filan öldürdük, ortalığı birbirine katıp karakastlı cüce kardeşlerimizi özgürlüğe kavuşturduk... iuz'un planlarını bir kez daha bozduk... goril iblis'i öldürüp bir yenisinin doğmasına engel olduk... birçok inanılmaz olay yaşandı son oyunda, ama ilk aklımda kalanları yazayım... bi kere mağaraya girişimiz hiç beklediğim gibi olmadı. ben bi etrafı kolaçan eder, duruma bakar, sinsice içeri sızarız diye düşünüyodum... baya döve döve, oklardan kaça kaça girdik ön kapıdan... bizim gibi tecrübeli bi gruba yakışmayacak bi avarelikti biraz ama şans bizden yanaydı, orklar birbirlerini yemekle meşgullerdi ve haramilikte biraz bu avarelik demek değil mi... ip köprüden sonrasından bahsetmeden önce, valost'un peşinden ip köprüye atlayan caleb'i tebrik ediyorum... (cebinde kader puanı olmadan enayi gibi, ağzında sigara zar attı... zarı attıktan sonraki an yerinde hoplaması mükemmeldi... yüksek atması gerektiğini umursamadan salladı zarı ve ucu ucuna kurtardı... hadi ben düşsem tutunucam kader puanıyla, sen niye koşuyosun hemen) ip köprüden hemen sonrası ise mükemmeldi... flaming sphere'iyle şov yapan ubor, fireball'unu aşağıda enayi gibi bekleşen bir grup orkun üstüne attı... zavallıların son gördüğü kıpkırmızı minik bir çekirdek ve sonrasında alevler... ubor'dan bayağı bi büyü şov izledik bu oyun... gezen alevli küreler. yanan orklar... "fireball ne sen biliyo musun?" diye sormalar karakastlı cüce kardeşlerimizi c.t.u operasyonlarına benzer bi operasyonla kurtardık... her yerde ork var. gözümüz görmüyor. hemen her cüce gibi güvenilir olan -Tobias Ironhand'ı analım- Gofnir gözümüz olmuş, bizi gezidiriyor, amigo gibi "çök çök çök" yapıyor... Kurbanlarımızı seçiyoruz, bir anda ışıkları yakıyoruz ve onların da son gördükleri nefret dolu gözlerle kılıcını savuran bir ranger ve kocaman, kel kafalı bir savaşçı... şen haramilere yakışır bir şekilde sakallı kadın cüce kardeşlerimizi ve eşlerini kurtarmış olduk... atladığım yerler var elbet... tamamlarız hep beraber... yazının sonuna gelmeden önce, az bi latron'dan bahsedelim... karanlıkta, el ele orkların göbeğinde gezerken, kapıları açıp kaparken, sessizce ilerleyip sağda solda saklanırken yüzünde her zamanki gibi o belirsizlikten tiksinen ifade vardı... gergin, diken üstünde... ilk karşılaştığımız zaman neşe içinde olan bu buçukluk kardeşimiz yemeden içmeden kesildi, sesi soluğu çıkmaz oldu... yaşadıkları onu daha güçlü yaptı ama içinden bi şeyleri de kopardı sanki... umarım eski neşesini gün ışığında daha fazla kaldıkça bulur. bunun dışında güzel sesiyle söylediği şarkıların bize katkısı inanılmaz... onun sesini kulaklarında duyan valost, kılıcına daha bi sıkı sarılıyo, daha bi kuvvetli vuruyo... şarkı kesilse bile, dur az daha adam döveyim, ork verin kafa kesiyim diyo... ayrıca saklandığın yerden grease atıp gorili yere düşürmek neymiş ve son olarak... son oyunumuzda ölümle dans eden adam, caleb! ip köprüden geçmeler, düşen demir parmaklıkları tutmalar, kapıları kırmalar ve kesilen kafalar! Bir önceki oyun, nasıl "Valost'un Günü" olduysa, bu oyun da "Caleb'in Günü" oldu... Kılıcını hiç boşa sallamadı, her vurduğunu inletti, korkmadan hep en önde gitti... Kanınıyı akıtmadığı düşman, kesmediği kelle kalmadı... O mağaralar yıllar sonra bile o kel savaşçıdan bahsediyor olacak... Iuz'un goril iblisinin nefretini üstüne çekti; sadece canını yakarak değil, canını yakarken eğlenerek ve bunu küfürlerle belli ederek... Goril onu alıp gittiğinde üstümüze çöken korku, artık alamet-i farikası olan kırılan kapıdan girişiyle dağılıverdi. Dövüşü bırakıp sarılacaktık boynuna... Bu sefer Caleb için üç kere! Hip hip hip! Hurrrraaaaa! | |
| | | Latron
Posts : 1363 XP : 7085 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Mon Jul 13, 2009 9:20 am | |
| Adet olduğu üzere Valost'un yaptığı kamandıran oyun değerlendirme girişlerine bir yenisi daha eklendi, bizde peşinden gelelim.
Öncelikle şunu diyim, bu oyun çok acaip oldu. Yani baya bildiğimiz macera filmi tadında bir oyun oldu. Heyecanı, gerilimi, combatı, sürprizleri ve mutlu sonuyla adeta bir holywood filmi tadında yaşadık. Emeği geçen herkesin ve yine elbette Engin Diyemoğlu Yağmurdereli'nin ellerinden öpelim.
Şimdi şelalenin yanından, bulmamız gereken mağaraların oraya doğru gitmemiz gerekiyordu. Benim aklımda nedense hep mağaranın/tapınağın girişinde orc yerleşkesi var, böyle çadırlar falan, biz orayı gözetliyip bilgi alıcaz, artık içeri gizli giriş mi buluruz yoksa orclardan kendimize yandaş mı buluruz bilmem ama bi şekilde bi enformasyon alıp hareket geçicez gibi bişeyler vardı. Oyun öncesinde bu fikrin endişesi yüzünden rahatsızdı. Çünkü orc dolu mağaraya giricez mına koyim, tamam şen haramiler güçlüdür kuvvetlidir delidir ama iuz rahipleri bi yandan, iblisler bi yandan, orclar bi yandan nereye kadar soruları aklımdaydı hep. Nihayet ne yapacağımızı sadece teorik olarak kararlaştırmışken yola düştük. Şimdi itiraf ediyim, o yol, patika, diş tepesi, dumanın çıktığı yer konularında kafamda coğrafik olarak çok yalan yanlış şeyler canlandı. Daha doğrusu bişey canlanmadı bir türlü. Engin abi anlatıyor ısrarla, işte vadi var tepesinde şu var, yol burda var diye ama artık bana mı mallık geldi bilmiyorum, hee diyip yürüdüm gidiyoruz tamam işte diye. Sonra karşımıza çıkan ilkorc grubuyla artık sağa sola bakmak yerine işimize bakmamız gerektiğini idrak ettim, zira bizim orc çadırı sevdamızın yalan olduğu, baya bildiğin mağaraya girdiğimizi anladım. Mağaranın girişindede duvardan ok atan orcların, girişteki açık alanın ve girişin halini idrak etmem biraz zor oldu. Ama emin olduğum bir şey vardı, artık burdan geri dönmemiz falan pek mümkün değildi. Yoksa Şen Haramiler kendi sonlarına mı gidiyorlardı?
İçeri doğru ilerlemeye başladığımızda Valost ve Caleb’in 500 den geriye doğru saymaya başladıklarını farkettim. Maşallah bütün orcları kesme gibi bir planları vardı anlaşılan. Ve o sırada deliklerden gelen okların altında Caleb mağaradaki ilk kapısını kırarak zavallı orcların ahşap kapılarının kendisini durduramayacağının sinyalini veriyordu. Burda oyun içi bir enstantane aktarayım, gene kapalı bir kapı çıktı karşımıza, Caleb’e baktım birşeyler anlatırken 20’lik zarı aldı eline, kendinden çok emin “Yok ben o kapıyı şimdi paramparça edicem zaten de” dedi, ve 19 attı, kapı paramparça oldu. İnsanın kendini bilmesi ne güzel şey.
Sonra Ubor şov başladı tabi. Fireball icadına iyice alışan deli büyücümüz bu sefer karanlık zındanlarda gördüğü orc topluluğunu tabiri caizse canlı canlı, cayır cayır yaktı. Zavallı sefillerden yükselen ölüm çığlıkları ve yanmış et kokusu hala aklımdan çıkmıyor. Daha öncede pek çok ölüm görmesine rağmen, küçük Latron için bu seferki tecrübe sanırım biraz dehşet oldu. Ama genede Ubor’un el hareketleriyle yuvarlanan ateş topların ışıltısı, onada eğlenmek, içinde giderek kaybolan o çocuğu hatırlamak için bir vesile oldu. Küçük Latron samimiyetle bağlandığı arkadaşlarıyla çıktığı kana bulanmış maceralarda artık belki daha az neşeli ama fırsatını bulur bulmaz savaş alanlarında geliştirdiği müzikal yeteneklerini ve çok özlediği goygoyculuğunu sahnelemek içinde can atıyor.
Neyse, mağaranın derinliklerinde Şen Haramilerin eline anlaşılamayan yapılarına tam uyan bir cüce halkı kurtarma fırsatı geçti. Elbette kimse itiraz etmeden bu işi halletmeye karar verdi. Bunda karşımıza çıkan cücenin delikanlılığına olan güvenimizde etkendir. Bu görevi layıkıyla yerine getirmemizin, kadınları çocukları sağsalim evlerine kavuşturmamızın ardından yavaş yavaş kıllıya doğru gelmeye başlamıştık. Hissediyorduk. Caleb kapıları kırmaya devam ediyordu.
Bu arada Valost’un girdiği dövüşlerde önceden şahit olmadığımız bir şeylere şahit oluyorduk. Bazen tamamen kontrolsüz bir biçimde saldırıyor, kılıçlarını ölümcül darbelerle indiriyor, gözlerinden çıkan alevler bir tür deliliğe işaret ediyordu. Gnarley Ormanlarının, evi, yurdu olarak bildiği yerlerin hali Valost’u farklı etkiliyordu sanırım. Bu garip hali bana enteresan bir güven verirken düşmanları için ise ancak mutlak bir son oluyordu. Hayat küçük Latron’u etkilediği gibi Valost’uda farklı şekillerde etkiliyordu.
Nihayet maceramızın sonlarına geldiğimizde Caleb’in sevgilisi iblis goril piyasaya çıkıyor, bizi üçbuçuk attırarak Caleb’le beraber teleport oluyor, ama daha önce kaçarak kurtulduğu ölümü gene acımasız kel savaşçımızın ellerinden oluyordu. Bizde uğruna nice yollar teptiğimiz, tohumunda iblis kanı olan genci öldürmek üzere ayinin yapıldığı yeri buluyor Ubor’un ateşe verdiği odada görev bilinci, dehşet ama kararlılıkla yürüyen Latron’un belkide kendi ilk gençliğine elveda deyişine, bağlı çocuğun gırtlağını hançeriyle keserken şahit oluyorduk. Sonrasında pekte arkamıza bakmadan yürekli cücemize güvenerek çıkış yollarında ilerleyerek o lanetli mağaraları terk ediyorduk. Müthiş bir macera, başından sonuna kadar bitmeyen bir heyecan, kahramanlıklarla dolu bir Şen Haramiler hikayesi daha noktalanıyordu.
Şen Haramiler cücelerin misafirperverliğinde iki haftadır hasret kaldıkları yumuşak yataklara kavuşuyor ve derin bir uyku çekiyorlardı. Rüyalarında hepsi birbirlerine tutunmuş karanlık yollarda ilerlerken beraber oldukları sürece hiçbirşeyden korkmadıklarını görüyorlardı. Mışıl mışıl uyuyorlardı. | |
| | | 1UP Admin
Posts : 3270 XP : 9100 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Mon Jul 13, 2009 1:07 pm | |
| mükemmel yazmışsın mert abi : )
ben de yazıcam, herkes bi yazsın. | |
| | | caleb
Posts : 2328 XP : 7979 Join date : 2008-11-30
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Mon Jul 13, 2009 3:01 pm | |
| valost'cum, latron'cum ellerinize sağlık. hiphiphip! : ) eveeeeeeeeeeeet. her zamanki gibi, frp seanslarımızın kendisi kadar zevkli olan oyun değerlendirme faslına geldik. geçmiş olsun mu? herkeslerin, diemoğulları, amarranoğullarının, throndor soyunun, metenga, quanthar sülalerinin kemiklerini kıvandırdığımız bir oyun oldu bence. kaç yıl oldu be. hele son yoğun olarak oynamaya başlayalı 10 ay nerdeyse. helalettin. alkışı hak ettik mi? o gece sarhoş olduktan sonra teraslarda diemoğlu'na da söylediğim gibi, her türlü olayı çok dengeli bir oyundu. hem oyun mekaniği, hem oyun dinamiği açısından konsantrasyon ve zaman kaybımız asgarideydi. coğrafyayı kafada canlandırma konusunda benim de sıkıntılarım oldu arada, sonradan oturdu. npc'ler yine çok karakterli şerefsizlerdi (oksimoron oldu ehehe). düşmanlar acaip tatmin ediciydi. ork kesmek çok zevkliydi. kılıcımızdaki kan bir gün çıkmaz olur mu? haramiler olarak cüce kurtararak, özgürleştirerek iyi bir şeyler yapmamız da ne zamandır yaşamadığımız bir şeydi bu kadar yoğun bir şekilde, çok hoşuma gitti. ubor'un ateşi önümüze çıkan her şeyi kasa kavura bize yol açar, latron'un nağmeleri yüreklerimize cesaret verirken valost'la gerek sırt sırta, gerek yan yana verdik, gerek şarjın kralını yaptık, sürpriz ataklarla ofsaytlarda bıraktık orkları. her halükarda karanlık dehlizlerde, halatlı köprülerde önümüze çıkanlardan geride ya kesik kol bacaklar ya da mızraklar üzerinde gezen kelleler kaldı. kesik ork kafaları ağlar mı? valost'un o kelleyi sancak gibi yanında taşıması fantastik bir olaydı. ehehehe. en son degaj için zar atarak tekmeyi koymasıysa mükemmeldi. ben bi ara tırstım rage'e girdiğinde hırsından ısırır parçalar mı bu kelleyi paça yapar mı diye evet, rage demişken, valost'a bir hal geldiğini gördük bu oyunda ilk defa. savaşırken bir de baktım boyun kasları bir iyice şişmiş, gözünü bir delilik bürümüş, önüne gelenip kesip biçiyor. hoşuma gitti. sonra altına sandalye vermek gerekiyor ama olsun. belli ki önümüzdeki dövüşlerde valost'un bu manyak tarafı daha çok canlar yakacak. ranger'ın yüreğine mündemiç orman acısı, barbar'ın kolyesindeki kemik dişlere mi hapsolacak yoksa? latron amarran o harika günlüklerine devam ediyor olsa, okuyucuları şu son zamanlarda iyice dehşete düşmüş olurlardı heralde yaptığımız katliamlardan, başardığımız işlerden. öncelikle de, bu ufak halfling'in yeri geldiğinde ağırbaşlılığıyla, yeri geldiğinde şakımasıyla, yeri geldiğinde yürek patlatıcı haykırışlarıyla tüyleri diken diken olurdu sanırım. ama hikayenin bir yerinde o küçük ama ölümcül hançerin bir iblisçocuğun boğazını soğukkanlılıkla kestiğini gördüklerinde, şöyle bir yutkunurlardı da. bir halfling'in masumiyetinin ömrü kaç ömre bedel? ubor metenga'nın gözlerinde hep çakmakta olan kıvılcım artık ellerinden, kollarından, wand'larından, yüzüklerin fışkırıyor durdurulamaz bir şekilde. ateşin yok ediciliği, ubor'un keskin zekasıyla birleşince, bir tabura bedel oluyor. bir gün bu grubun hikayesi yazılacaksa, üzerindeki külleri şöyle bir silkeledikten sonra cübbesini düzelten uzun boylu bir büyücünün taşdiş mahzenlerinde ağır ağır yürüdüğünü anlatacaklar, üzerlerindeki erimiş paraların çürümüş etlerine yapıştığı, kavrulmuş yirmi ork cesedini ardında bırakarak. ub ormet enga yaktı mi? ıssız ork kaldi mi? caleb inişli çıkışlı yaşamının çıkıştaki kesitlerinden birini yaşadı bu oyun. savaşçılığını, hayvanlığını, ayılığını, cesaretini genellikle yerinde kullandı. zarlardaki cenabetliğini de neredeyse attı üzerinden. halatlı köprüden farkında olmadan manyakça geçiş mallığı belki de hayatına mal olacaktı ama neyse ki kurtardı. bir de, unutmayalım ki, caleb'in akrobatik fantastik hareketleri eksik olmaz; sallanan köprüden düşerken iplere mi tutunur, kılıcını kayaya saplayıp ona mı sarılırdı, orası bilinmez. caleb algı kapılarını ne zaman kıracak? evet. sona geldik. hassirak efendiyle bir konuşma daha bizi bekliyor. bakalım neler olacak. bize vaad ettiklerini nasıl verecek. o vaatlerin yan etkileri neler olacak. şen haramiler yola devam ediyor. kanla, ateşle, şehvetle, göz yaşıyla, cüce tavernasında en alasından şarkısıyla. şeytanın karanlığı, haraminin ateşini ne zaman yutacak? | |
| | | ubor metenga
Posts : 1272 XP : 7058 Join date : 2008-11-21
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Tue Jul 14, 2009 5:27 pm | |
| "siyah cüce birasıda güzelmiş ama siz bizim elmşayr şarabını içmediniz tabi"
oymalı devasa taş masada, siyah biradan yanakları al al olmuş buçukluk, gofnire saatlerdir memleketini ve şaraplarının ne kadar muazzam lezzette olduğunu anlatıyordu. caleb bir kaç kadehten sonra sakallı bir cüce kadınına "yengeciim sen bırak bana bira taşımayı, elcaazların yorulmasın" deyip koca bir bira fıçısını yanı başına almıştı. bir kaç saatte fıçıyı yarılayan calep cüce kadınların sakallarına takılmıştı. "o sakalları kesseniz be ablacım!" derken valost "ahhhh! şimdi sıçtık" diye iç geçiriyordu. "sakal erkekte olur, kadın narindir..." "sende gördüğüm kadarıyla bi hayli narinsin caleb efendi!" diye gür bir ses duyuldu. yemeklerin geldiği odanın kapısında, belinde önlüğü ve elinde granitten oyulmuş devasa bir kepçeyle, sakalları göbeğinde iri yarı bir cüce kadın duruyordu. "eee caleb efendi kolların benimkilerden daha narin duruyor, sözlerin gibi sert olması gerekmez mi o kolların?" "aman efendim siz bakmayın ona, caleb ne düşünürse söyler. biraz fazla kaçırdı zira birayı" diyerek valost olayı toparlamaya çalışırken kolunda bir el farketti; magnus keyifle sırıtarak parmaklarını dudaklarına götürmüş ve "sus, sadece izle" diyerek sırıtıyordu. ubor saatlerdir baktığı sol elinin baş parmağına taktığı yüzükten başını kaldırmış ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"bizim körpe kızlarımız ayaklarındaki tüyleri çam sakızıyla ağda yapar. hasadın en güzel üzümlerini o billur ayaklarıyla ezerler, sevgilerini katarlar... ahhh! elmşayr şarabını içerken o billur ayakların çiçeksi kokuları gelir buruna" sarsak hareketlerle birden masaya fırlayan latron enstrumanını çıkarıp söylemeye başladı bir anda:
"ez üzümü sevgi ile ayaklar gez yolları usanmadan ayaklar iç şarabı billur kadehlerden kadehler haykırır elmşayr diye
ahhh sevgilim kokun kadehimde ulu çınarın dibindeki toprak seviştiğimiz çimenlerin kokusu kadehim haykırır elmşayr diye
ahhh sevgilim kokun kadehimde ahhh sevgilim dudaklarımda ayaklar sevgiyle ezer üzümü kadehler haykırır elmşayr diye"
latronun memleket kokan hüzünlü şarkısı o sakallı, kalın bodur bi ağaca benzeyen cüceleri bile ağlatmaya yetmişti. bippo hanım "ah küçük yavrucak" diyerek göz yaşlarını silmeye çalışıyordu önlüğüne. "şu çocuğa lal şarabı vereyim giderken" diye aklının bir köşesine yazdı bippo hanım. magnus ayağa kalktı ve "memleket hasreti çeken şu cesur latron amarran bey'e" diye kadehini kaldırdı. herkez gürültü ve bağırışlarla haykırdı, kupalar dibini görme yeminiyle içildi.
birasını diplemiş ubor; sol gözündeki monoklu çıkarıp biraz önce ağlarken şimdi kahkahalarla kupalarını kaldıran cüceleri anlamaya çalışıyordu. magnus valosta "bak şimdi başlıyor eğlence" deyip "eeee hanımım, bu yağız yürek açık söz delikanlıya göster bakalım cüce kadınlarının zerafetini" diyerek işlemeli taş masaya 5 altın fırlattı. "hanımım bippo'ya koyuyorum bahsimi!" masadaki tüm cüce ahalisi sanki bu anı bekliyormuş gibi kadehlerini kaldırıp neşeyle tezahurata başladı: "bippooo, bippooo, bippoooo, bippoooo...." olayın nereye varacağını anlayıp rahatlayan valost suratındaki koca bir gülümsemeyle haykırmaya başladı "kalliiiip, kallliiippp, kalliiiippp..." hala masanın üzerinde bulunan latron gözlerini ovuşturdu, valost'un giysilerine ne olmuştu? üzerinde paçavralar, iki elinde iki odun parçası baarıyordu kalliiip diye. gözlerini ovuşturdu, yok . valost bildiği valosttu, sadece "biraz fazla kaçırmışım" dedi. "bu anı bi yerden hatırlayacağım ama..."
"kadınlarla dövüşmem" dedi caleb suratını ekşiterek. "dövüşmez misin yoksa korkar mısın caleb efendi" diye gürledi bippo. "bu civarda bileğimi büken daha çıkmadı caleb efe, şimdi temizleyin şu masayıda görelim caleb beyin kolunun kuvvetini" mağarada sevinç çığlıkları yankılandı, cücelerin bippoooo sesleri valostun kalliiiip seslerini bayaa bastırıyordu. caleb "benden söylemesi bu iş yemek yapmaya benzemez" diye önündeki yemek tabaklarını yan tarafa aldı. "her limanda bir sevgilim oldu, güzel içtim kadınlarla, güzel yemekler yedim ve bu sefanın parasını hep bileğimle ödedim. bilek güreşinde beni yenen yok pippoo hanım" diye gürledi caleb. "pippo değil bippo" dedi bippo hanım. "bippo" dedi caleb suratı kızararak.
masanın çevresine yerleşti cüceler ve şen haramiler. ellerde kupalar, ağızlarda tezahuratlar... suratı sinirden kızaran caleb bi ara ubor'a dönüp fısıldayarak "bull strenght" dedi. ubor çıkardığı monoklu cüppesinin onlarca gizli cebine yerleştirmekle meşguldü. "bull lan" dedi calep. ubor sol elinin baş parmağına yeni peydahlanan yüzüğü ovuşturdu. "lannn!" dedi caleb. ubor esnedi... benden kallibe 5 altın diye tezahuratının arasından haykırdı valost, benden de 5 altın calebe diye eksik kalmadı latron. ubor esnemesini bitirmiş "adet yerini bulsun, 5 te benden calebe" dedi sessizce.
yanan şöminenin çıtırtısı, pipolardan çekilen dumanın sesi, ritimsiz geğirme sesleri... kallibin ritmik ve hızlı kalp sesi... bilekler bağlandı, gözler kora döndü, nefesler tutuldu... bu geceden 1 yıl sonra taş ustası geffen efendi, yeni bitirdiği devasa taş masanın üzerine ince ince işlediği oymalara bakarken, 1 yıl öncesini hatırlayıp tebessüm edecekti.
bippo hanım kafasını salladı, caleb'de aynı şekilde karşılık verdi ve muhteşem bilek güreşi müsabakası başlamış oldu böylece. ilk birkaç dakika birbirlerinin gücünü yokladılar. bilekler bir sola bir sağa yattı. "bu klanda bana 'bol kepçe bippo' derler bilir misin caleb efendi" dedi bippo müsabaka devam ederken. caleb kel kafasından fırlamış damarlarla burnundan soludu. "peki neden derler acaba böyle bilir misin? bilmezsin tabi klanımızda kaç erkek, kaç kadın ve kaç çocuk yaşar ve yine bilmezsin bu canlara nasıl yemek yapılır. öküz doyuran kazanı nedir bilir misin caleb efendi? onu da bilmezsin tabi, anlatayım: öküz doyuran kazanı bir orduyu doyurur, suyu, havucu, patatesi, baharatı ve diğer zerzevatı yanında 2 koca inek kuşbaşı halde sığar bu kazana. pekiii neden bana bol kepçe derler? çünkü bu kazanı demircilere döktüren benim, bu kazanda yemeği pişiren benim, bu kazanı kaldırıp ocağa koyan ve yine kaldırıp servise hazırlayan benim. öküz doyuran kazanımla yemek yetmedi demem ben, herkeze bol kepçe dağıtırım klanımız güçlensin, serpilsin diye. her yemekte içim gönenir doymuş yüzleri görünce. bu kazan ne kadar çeker bilir misin caleb efendi? bilmezsin tabi ama senin gibi iki tanesi sığar bu kazana kuşbaşı halde, artık sen hesab et. şimdi diyorsun sakallı kadın mı olur, şimdi diyorsun kadın zarif olur dövüş olmaz kadınla... sen o liman yosmalarını tanımışsın kadın diye ama bu gece göstereceğim sana cüce kadınları nasıl olur. her gün o kazanı kaldıran bileklerimle indireceğim seninde bileğini şu taş masaya!" bipponun moral bozucu konuşmasıyla morali alt üst olan caleb daha bir yüklendi bileğine. "şimdi bir kepçe gibi çalacağım bileğini kazana" dedi ve muazzam bir sesle haykırarak calebin bileğini taş masaya vurdu bol kepçe bippo". darbenin şiddetiyle çatırdayan taş masa muazzam bir gürültüyle odanın taş zeminine dağıldı.
"geffen efendi! bu güzel gecenin hatırına öyle güzel bir taş masa yap ki üzerinde şu anın işlemeleri olsun. her yemeğimiz bu güzel dostluğun ve bu güzel karşılaşmanın resmiyle anılarda canlansın. üzerinde çocuklarımız doysun, her yemeğimiz kutsansın bu güzel gece gibi moradin tarafından"
suratı ekşiyen caleb hayretle tuzla buz olmuş masaya baka kaldı. bippo masadan kalkıp "ne yalan söyleyeyim sıkı rakipmişin, şimdi gel mutfağada sana öküz doyuran kazanımda yaptığım kavurmadan vereyim. içkinde bitmiş, lal şarabı içte biraz güç gelsin vücuduna". caleb utana sıkıla bipponun ardı sıra gitti.
bu olayı yıllar sonra, sonradan "şen haramiler masası" adını alan, geffen ustanın yaptığı taş masada torunlarına anlatan magnus efendi şunları diyecekti: o iblis gorille dövüşürken bile caleb efendinin suratında öyle bir ifade yoktu hanımımın karşısında olduğu gibi. bipponun ardından giderken derdiniz ki bu koca öküz boynunu bükmüş neden takip eder şu narin tavuğu?
"hayatımda bir bahsi kaybedip bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum" diye kadehini kaldırdı valost: "dostluğa ve kardeşliğe..." "lal şarabı" diye mırıldanan latron sinsice mutfağa doğru hareketlendi. bippo'dan aldığı kadehi dudaklarına götürdüğünde hafiften morali bozulmuştu. "bu koku, bu lezzet... elmşayr şarabından daha güzel!"
"Latron Amarran'ın Günlüğü" detect magic yaparak kendime bakıyorum sürekli... pırıl pırılım... üzerim büyüyle kaplı, mutluyum... büyük bir maceradan çıktık yine, büyülerimi hiç bu kadar güzel kullandığımı hatırlamıyorum. orklar nede güzel yandı, yüzüğüm ne güzel, wand'ım ne kadar hoş... valost'a nerden geldi bu deli gücü; rahip darknes büyüsü yaptığında latronun suratındaki o merak neydi ve okuldan tanıdığım o neşeli buçukluk gırtlak kesen biri haline ne zaman dönüştü; caleb'e neler oluyor, o gorillin kafasını nasıl aldı öyle deli balta??? ne güzel parlıyorum, her tarafım büyüyle kaplı... sarhoş olmuşum biraz... biraz? latron ve valost bebek gibi uyuyor. caleb'in horlaması mağarada yankılanıyor. "latron amarran'ın günlüğü..." ne zamandır farkındaydım bu günlüğün ama bir türlü fırsatım olmamıştı bakmak için. monoklumla baktım ama pek anlayamadım. başında "sahibine geri döner" yazıyor. içimde bu deftere sahip olma arzusu var ama arkadaşımdan çalamam bir yandanda. o zaman küçük bir deney yapalım. "bilinmezi bilmek için risk gerek, delilik gerek" derdi hocam tobin patriades... yan mağaradan bir yeraltı nehri geçiyor, madem bu defter sahibine geri dönecek o zaman küçük bir deney yapalım. bakalım defter sahibine geri dönecek mi?
sevgili latron: şu an güzel güzel uyumaktasın, benimde kafam güzel biraz. defterinle bir deneye kalkıştım. kaybolursa zaten hiç haberin olmayacak bunlardan ama geri gelirse başta yazdığı gibi sana anlayacaksın bu defterin kıymetini. risk almadan bir şeyler öğrenilmiyor. güzel bir gurubumuz var, pırıl pırıl parlıyorum...
ubor sarsak hareketlerle odadan çıkıp bir labirenti andıran dehlizlerden geçti, meşalelerle aydınlatılmış dehlizlerin duvarları eski savaşların görüntüleriyle kaplıydı. durdu... resimlerin altındaki cüce yazılarını okumaya çalıştı. "ne biçim yazıları var, bi şey anlamadım" diyerek yeraltı nehrine yöneldi. nehrin kenarında yüzünü yıkadı, defterin ilk sayfasına baktı. "sahibine geri dönecek" yazısını okudu sesli bir şekilde. "göreceğiz bakalım" dedi. gözleri pırıl pırıl parlıyordu, üstü başı gibi...
Last edited by ubor metenga on Tue Jul 14, 2009 8:33 pm; edited 2 times in total | |
| | | caleb
Posts : 2328 XP : 7979 Join date : 2008-11-30
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Tue Jul 14, 2009 6:28 pm | |
| inanamayarak okudum. bitmesin diye dua ettim. sen cok yasa ubor efendi. daha ne diyeyim bilemedim | |
| | | 1UP Admin
Posts : 3270 XP : 9100 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Tue Jul 14, 2009 6:35 pm | |
| muhteşem bir eser, haramiler sanatında yeni bir sayfa olmuş : ) acayip zevkli okuması. daha devamı olsa keşke | |
| | | ubor metenga
Posts : 1272 XP : 7058 Join date : 2008-11-21
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Tue Jul 14, 2009 6:48 pm | |
| durun daha durun! asıl latron amarranın okuduğu şarkıyı yapıyorum şimdi bekleyin | |
| | | 1UP Admin
Posts : 3270 XP : 9100 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Tue Jul 14, 2009 6:50 pm | |
| hahahah! vay moradinin sakalı! | |
| | | Latron
Posts : 1363 XP : 7085 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Tue Jul 14, 2009 8:06 pm | |
| lan olm tolkien hikayesi gibi, yüzüklerin efendisi gibi olmuş lan.. helal lan.. kralsın! | |
| | | ubor metenga
Posts : 1272 XP : 7058 Join date : 2008-11-21
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Tue Jul 14, 2009 8:06 pm | |
| latronun mekanda söylediği duygusal şarkı maillerinize yollanmıştır | |
| | | 1UP Admin
Posts : 3270 XP : 9100 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Tue Jul 14, 2009 8:25 pm | |
| muhteşem bir eser daha!
zavallı hobitçik latron amarran. evini, köyünü, kovuğunu, şarabını özlemiş. bir yandan cüce biralarıyla sarhoş olmuş, bir yandan son haftalarda gördükleriyle, yaptıklarıyla kafası karışmış. ne işin var senin şeytanın iblisin peşinde? ork dehlizlerinde, cüce mağaralarında? serindir şimdi nyr dyv'in esintisiyle elmshire kıyıları, yemyeşildir çayırlar. ah be latron'um! o koca cüceler ağladı şarkın karakast tünellerinde yankılandıkça. | |
| | | valost
Posts : 2847 XP : 8588 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Tue Jul 14, 2009 8:45 pm | |
| ulaaan, barış'ın dönüşü! mükemmel olmuş hacı... eheeeeyyy! | |
| | | 1UP Admin
Posts : 3270 XP : 9100 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Wed Jul 15, 2009 12:10 am | |
| hepiniz en şahanesinden en güzelinden yazmışsınız. bana diyemoğlu yorumları dışında pek yazacak bir şey kalmıyor ama bir başlayalım bakalım.
mert'in de dediği gibi güzel bir aksiyon macera filmi gibi geçti bu oyun. temposu, gerilimi hiç düşmedi. bunda (aşağıda biraz daha ayrıntılı bahsedeceğim zaten) haramiler'in gözüpekliğinin etkisi de büyük. arka odada birbirimize yakın ve yayarak değil oturarak oynamamızın da etkisiyle konsantrasyon kaybının minimum, heyecanın maksimum olduğu şahane bir oyun oldu. mekanik kasışımız da artık daha tecrübeli olmamızdandır herhalde, gayet azdı. kombatların yoğunluğu, uzunluğu da tam dengedeydi.
açıkçası ben de haramiler mağaraya bodos girmek yerine biraz daha ortamı araştırır, bilgi toplamaya çalışır diye tahmin ediyordum : ) yine de en başta bir sinsilik denemeleri oldu. ubor'un kendine invisibility yapıp orkları color spray ile sinsice bayıltma denemesi başarılı olsa işler değişirdi belki. orklardan biri ayakta kalıp yaygara yapınca oklar yağmaya başladı, valost da kaçan orkun peşinden mağaralara dalıverdi. arkasından da haramiler tabii ki. bir anda kendini karanlık mağaraların ortasında buluverdi grup. oklar grubun arkasında saklandığı taş eşiklerde parçalanırken, kim bilir hangi ork işçinin işten kaytararak inşa ettiği ahşap kapılar caleb'e dayanamadı. sonra rageler mi dersin, fireballar mı dersin... ortalık sakinleştiğinde geride yanık ork etinin pis kokusu, şef tawar'ın degaj çekilip sonrağa mızrağa takılmış kafası kalmıştı. valost hesabını tutmuştur, kaç ork öldü orada?
haramilerin bu bodosluğu ve durdurulamazlığı beni küçük bir ara verip düşüncelerimi toparlamaya zorladı.
iki elemanı 5. level olan (artık latron da 4 oldu heyyo) haramiler güç olarak artık ufaktan fantastik hikayelerde görmeye alıştığımız tadlara geldiler sanki. benim çok zor olacağını tahmin ettiğim yerleri, özendirmek gibi olmasın, geri adım atmak nedir bilmeyen, aşağıdaki uçurumlara bakmadan iplerden atlayan, power ataklarla şarkılarla 20şer 30ar vuran, fireball'um kimi yakar diye bakmayan haramiler nispeten kolayca hallediverdi. şansları mı yaver gitti, kader bu conanvari gözüpekliğin karşısında mı duramadı yoksa zaten olması gereken bu muydu bilinmez. 500 kişilik ork mağaralarını (mağaralarda iç savaş olsa da) kapıdan basıp doğal ortama ve savunmalara rağmen karşısına çıkanı öldürüp sağ kalanları kaçırtmak büyük iş. iblis öldürmek büyük iş. kendine stoneskin yapacak, lesser globe of invulnerability yapacak güçteki büyücüyü üçüncü bir büyü yapmasına izin vermeden öldürüvermek büyük iş. oralardan adam kurtarmak, sağ çıkmak falan zaten ayrı büyük iş. cüce kardeşlerimiz gofnir ve magnus'un haklarını yememek kaydıyla.
haramilerin mağaralardaki varlıkları, orada yaptıkları harrgrek'teki iç savaşı nasıl etkiler, sonucu nasıl olur bilinmez. pelor çömezi verstilar brendingund'un tapınaktaki eksikliği hissedilir mi, yoksa grup olmasa o pelor rahiplerinden çok daha fazlası iblis verstilar'ın kurbanı mı olacaktı bilinmez. ayini yapan büyücünün 'şeytanlar greyhawk'a aktığında onları durduracak kimse kalmayacak' lafı ne anlama geliyordu bilinmez. adları üzerinde, 'haramiler' de herhalde zaten işleri bu kadar ince eleyip sık dokumayacaklar.
orklara köle olmuş bir cücenin eve dönme mutluluğu kadar büyük bir coşku pek yoktur herhalde. haramiler karakast'taki bu coşkunun hem sebebi hem de parçası oldular. dağların tepesinde, cüce yapımı sağlam surlarla korunan, insanın ayak basmadığı karakast'ta valost'un her sabah nükseden ağrısı azalmış gibiydi. latron eskisi kadar olmasa da cüce yemeklerinin tadını sevmeye başlamıştı. ubor arada sırada görünmeyen şeylere gözünü diker gibi olsa da onu tanıyanlar olağan acayipliğine veriyorlardı. caleb ise... grubun karakast'ta kaldığı sürece ayık gezmediğinden caleb'in keyfi yerindeydi. ancak hepsi kaçınılmaz olanı biliyordu: kısa süre içinde hassirak ile tekrar karşılaşacaklardı. | |
| | | ubor metenga
Posts : 1272 XP : 7058 Join date : 2008-11-21
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Wed Jul 15, 2009 1:23 am | |
| ulaaaaaaannn! "gelecek bölümde görüşmek üzere" tadında muhteşem olmuş ancak hepsi kaçınılmaz olanı biliyordu: kısa süre içinde hassirak ile tekrar karşılaşacaklardı. | |
| | | valost
Posts : 2847 XP : 8588 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: 11 Temmuz 2009 Wed Jul 15, 2009 10:49 am | |
| oh mükemmel olmuş enginim...
grup hakkaten az buz değil bi yandan... latron atladı, caleb de bi lvl daha atlayınca iyice korkunç olacak... | |
| | | | 11 Temmuz 2009 | |
|
Similar topics | |
|
| Permissions in this forum: | You cannot reply to topics in this forum
| |
| |
| |