|
| "Yetimane Piçleri Günlükleri 0-Yeni Başlangıçlar" | |
| | Author | Message |
---|
ubor metenga
Posts : 1272 XP : 7054 Join date : 2008-11-21
| Subject: "Yetimane Piçleri Günlükleri 0-Yeni Başlangıçlar" Tue Mar 10, 2015 9:41 pm | |
| Yeni Başlangıçlar
Bir süredir yollardayız. Pek şikayetim yok, hatta hareket, tahmin edemeyeceğim kadar iyi geldi ruhuma. 4 ay kaldığım zindanı hesaba katarsak şikayet etmeye hakkım da yok.
Tan, Yatko, Tomrad ve Duns ile beraberiz. 4 sene evvel piç yuvasından kaçan çocuklardan eser yok! -Tan Yeer kumarbazı rahip olmuş, çekirge yarıştırıp bahis oynatan hani. Benim de babam bir orkmuş meğerse! -Yatko gitmişte kendine Kılıçkıran soyadını layık görmüş, kalkanıyla ağaç devirdiğini gördüm bak. Yıllar evvel tüm şehir çocuklarından dayak yiyordu bu. Benim de anam bir cüceymiş, yeni haber geldi, beni arıyormuş “a benim elf oğluuum” diye! -Yıllar evvel büyüttüğüm caanım orkideleri yiyip de cırcır olan lağım faresi Tomrad ranger olmuş. Gerçi belliydi bunun böle olacağı, bunu vebalı bi köyde bulmuşlar, tüm köyden bi bu hayatta kalmış, 2 yaşında, ağaç kabuğu ve ot yiyerek, 1 hafta boyunca. Alacada iyi görürüm… -Her derste ağlayan, o çıtkırıldım Duns Scotus, kocaman bi kılıçla dolaşıyor. Biz elfler pembe sıçarız, bokumuz karanlıkta parlar!
Neyse ben niye buradayım? Efendim kalemimin yettiğince anlatayım. Yıllar evvel Kutsal Kucak Yetimhanesinin tarih öğretmeniydi bendeniz. Tabi, halk yetimhaneye piç yuvası demeyi tercih ederdi. Öğretmenliğimin ilk yıllarında düştü bunlar teker teker. Çocukken de birlikte takılırlardı, sanırım beni de pek severlerdi. Bu günkü duruma bakarsak “sanırım” sözünü tekrar düşünmek gerek. Bayaa seviyorlarmış lan! Bu yetimhane, 80 ila kimi zamanlar 160 çocuğun barındığı korkunç bi yerdi. Kelimenin tam anlamıyla korkunç! Ve bugün burada olmamıza sebep olan müdür Gaspard Hellingen… Belki de “korkunç”’luk tanımı da onun sayesindeydi. Hep şüphelenmiştim yaşlı bi cani olduğundan, çocuklarda şüpheleniyorlardı ya... Neyse efendim bir kaç gün evvel ben bu müdür Hellingeni öldürdüm! Neden derseniz hiç kanıtlayamadığım bu caniliğe gözlerimle şahit olduğumu söyleyebilirim size. Akşam alacasında bodrumdaki gizli tapınak bozması odasın da öldürdüm şerefsizi. Bir can aldığım için çok üzgünüm ama nedenlerim daha büyük. Neyse efendim ben bunun olabilirliğini yetimane piçleri ayrılmadan evvel gördüydüm, bi nevi abileri gibiydim zahir, ben de kendimi öle görüyordum gerçi. Kaçmadan önce demiştim onlara “zayıflıklarınızdan arının, erdemlerinizi güçlendirin, kendinizi utandırmayın”. 4 yıl sonra buluşma sözü vermişler kaçtıktan sonra, bize dost yine biziz demişler. 4 yıl geçmiş aradan… Şimdi buradayız…
Cinayetten idam cezası verdiler, insanlara göre uzun hayatımın bitişini bekliyordum hüzünle. Ama sağ olsunlar yetimane piçleri sözlerini tutmuşlar. Olayı öğrenip anlayınca da, 4 yıl evvelki hallerinden beklemediğim şekilde zindanı bastılar. O hengamede 2 gardiyanı hastanelik ettiler , bunları yazdığıma göre 2 yaralı haricinde planlarında başarılı oldular.
Gerçekten enteresan bir durum, 4 yıl önce kardeşim gibi olan 4 çocuk şimdi akranım gibi. Sanki 4 yıl önce beşimiz kaçmışız gibi… Başta şehirden kaçmak için başlayan yolculuğumuz, şu an daha bi yoldaşlık kıvamına doğru gidiyor. Sonumuz hayır olsun.
Bu arada ismim Aelion Aernath, öğrencilerim kısaca “kedi” der. Niye böle dediklerine dair en ufak bi fikrim yok. Ciddi bir görünüşüm olduğu söylenir, arada espriler yaparım halbuki. Henüz başlangıcındaki elf ömrümde sayısız ölüm gördüm, bu nedenle mantıklı olduğum söylenebilir. İyi biriyimdir bence, Hellingenin ölümüne dahi üzülürüm mesela. Büyücüyüm…
Last edited by ubor metenga on Wed Apr 08, 2015 5:43 pm; edited 2 times in total | |
| | | caleb
Posts : 2328 XP : 7975 Join date : 2008-11-30
| Subject: Re: "Yetimane Piçleri Günlükleri 0-Yeni Başlangıçlar" Sat Mar 21, 2015 1:07 pm | |
| olm kedi'den ne tırsardım ben ya...
yok yok, öyle bi tırsma değil. serserilik yapardık, o da bilirdi. bokunu çıkarmadıkça ses de çıkarmazdı. sonuçta farkındaydı işte canım, birimiz anasını, diğerimiz babasını, bazılarımız da ikisini birden kaybetmiş. arada sırada dedikodu da olurdu, bazılarının anası babası hayattaymış ama bi şekilde istemedikleri için bırakmışlar çocukları oraya, bizi öldü bilsin diye diye. daha fenası var mı lan şu hayatta?
ama neyse, ben ne diyodum? kedi'den ne tırsardım... bi şekilde bi gün bişeyin bokunu çıkarıcaz ve o da bize acaip kızacak ama daha da fenası, kızdığını çaktırmayacak ve biz bunu hiç anlamayacağız diye tırsardım. bize o bok gibi yerde eşşek gibi şey öğretti çünkü. ama aklımda hep şu kaldı: "zalimliğin bin yüzü vardır. bu yüzlerin her biri içinizde. her yaratığın içinde olduğu gibi... şu hayatta bilmeniz gereken tek şey, zalimliğin yüzlerini görünce tanımanız. sadece başkasında değil, kendinizde de."
arada sırada keyfini kaçırdığımız olurdu. bi kere, eheheh, bi kere yatko malı bi kedi yakalamış - bildiğiniz kedi, hayvan olanından yani - bi yandan bize işine dalmış çalışan kedi hocayı gösteriyo çaktırmadan, bi yandan da kedinin sikine bi sopaya bağladığı pamukla 31 çektiriyo eheheheh. biz de aynen benim şu anda kendi kendime güldüğüm gibi gülüyoruz bakıp bakıp. tomrad'dı sanırım, kahkahasını tutamadı bi noktada, "deli... amına kodumun delisi..." diye yatko'ya bakıp bakıp sessizce koparken tutamadı tosurdadı. kedi dönmesiyle beraber elinde sopayla yatko'yla göz göze geldi. yerde de keyfe gelmiş kedi, yatıyo bacakları açmış, ondan mutlusu yok. kedi hoca'nın gözleri öyle bi büyümüştü ki öfkeden anlatamam. o zamandan beri gözleri tam küçülmemiş gibi gelir bana hep. masasında bardakta duran sıcak kahveyi aldığı gibi saçtı üzerimize. biz çil yavrusu gibi kaçıştık, kedi hayvanı son derece keyfi kaçmış bi şekilde varrovvvv diye derinden bi iniltiyle siktirip gitti. geriye dönüp bakınca kedi hayvanından çok da üstün bi tarafı olmayan biz hayvanlarsa durumu toparlamak için iki kelimeyi bi araya getirmeye çalışıyoduk. imdadımıza duns yetişmişti. "hocam vallahi deney yapıyoduk, bi de biliyosunuz mart ayı, susmuyodu başka türlü..." diyecek olunca saklandığı yerden tomrad'ın bastırılmış gülme sesi geldi yine. kedi hoca bütün azametiyle ayağa kalktı, hepimize baktı şöyle bir... yerde devrilmiş bardağı aldı, bişey demeden gitti. kedi'den en çok tırstığım anlardan biriydi işte ama affetti bizi sanırım. öyle ya da böyle, bi şekilde affederdi.
vay be ya. insan aradan yıllar geçince tamamen unuttuğunu sandığı şeyleri bir anda hatırlayıveriyor böyle. yoksa düşünmem gereken bin tane şey var. tapınak'tan çok iyi ayrılmamış olmam gibi. zaten hep mesafelilerdi bana ama ben bir noktadan sonra o mesafeyi aştığımı zannediyordum. ayrılacağımı söyleyince zihinlerinde bana dair her şeyin o ilk güne sıfırlandığını görmek hiç zor olmadı. ne diyim? siktirsinler gitsinler. ilk gün... ilk gün.
aslında, ilk milk değildi tabii. 16 yaşında bizi salmış olsalar... ve biz kedi hocaya namus sözlerimizi vermiş olsak şu kadar sene bu noktada buluşuyoruz diye... sonra ben kaç sene kendimi aradım?.. bi dakka ya. yok öyle bişey... nasıl geçmişi toparlıyorum bakın görüyor musunuz? öyle kendimi aradım maradım diye bişey yoktu. bildiğin serserilik yaptım uzun süre. başta hepimiz kendi yolumuza gittik, ben hemen bi geneleve gittim. 5 yıldan beri bu anın hayalini kuruyodum çünkü. tomrad'la duns öyle taşşak geçerlerdi ki bu yüzden benle, "olm sikin kopucak lan bak tan... tan oğlum musluk kurumadı mı" diye diye. hatta yatko'ya kargacık burgacık bi eşşek çizdirmişler bi kere şerefsizler. eşşeğin arkasında ben. bi gece otuzbirinin üstüne yastığımın altında bulmuştum da sinirden ağlamıştım bildiğin. götler. neyse. genelevde ilk gördüğüm kadın çok güzel bi kadındı. hayır, tıfıl toy cahil halimle ilk gördüğüm kadını çok güzel zannetmedim. annemi hatırlıyorum, o çok güzeldi. ayrıca arada sırada yetimhane temizlikçibaşının kızı gelirdi yardım etmeye annesi yetişemeyince. o kız da çok güzeldi. işte bu genelevdeki kadın da güzeldi işte. biriktirdiğim üç kuruş paranın neredeyse tamamını ona verdim. güldü bana odaya geçtiğimizde. halbuki daha soyunmamıştım. soyununca gülücek zannediyodum ki sikimde bi tahriş falan olmasın diye tam 3 gündür otuzbir çekmemiştim. o yüzden kadın daha baştan gülünce hevesim kırıldı. gözlerimin dolacak gibi olduğunu hissettim ama sikerim dedim, ağlamıycam, sikicem. kadın yüzümdeki değişimi gördü sanırım, yüzü düştü. yıllar sonra ilk defa bir kadını sevdiğimde fark ettim yüzünde ağzının ifadesinin ve gözlerinin tatlı tatlı kısılmasının dalga geçer bir gülme değil, tatlı bi gülümseme olduğunu. yapacak bir şey yok. o zaman da yoktu. yattık. bütün otuzbirlerin toplamının milyonlarca katından daha muazzam bir şeydi. bittikten sonra ne yapacağımı bilemedim ama ilk aklıma gelen benle taşşak geçen çocuklar oldu, "nerdesiniz acaba yarrak kafalılar, bakın böyle siktim" diye düşündüm. kadın giyiniyordu. bir şey konuşmadan başımı salladım ve çıktım. mevsimlerden güzdü ve harika bir serinlik yüzüme çarpıyordu. bir anda adam gibi hissetmesem de kendimi, adamlığa bir adım daha yakın hissettim.
bir daha da arkama bakmadım. sonrasında çok kadınla oldum. hiç de baygınlık gelmedi. hepsi ayrı ayrı hoşuma gitti. kuvvetlendim bu arada, demircilerde, taş ocaklarında üç kuruşa işler yaparken. kafamda at alacak kadar para biriktirip, bi gruba katılmak, başka diyarları, başka kadınları tanımak vardı. bir taş ocağında kesintisiz çalışmaya devam ettim o yüzden. ama kolay olmadı. her gece belim, sırtım, dayanılmaz ağrıyordu. arada kalkamayanlar, bir daha hiç kalkamıyorlardı yattıkları yerden. bir gün bir gerginlik oldu. tiksinç bir ustabaşı vardı, zorrad diye. nasıl bir eşşooleşşekti anlatamam. kedi hoca'nın dediği zalimliğin bütün yüzleri adamydı resmen. herif sürekli "piç" diyordu bana. "piç, su getir." "piç, daha hızlı." "piç, yemeği bitir artık." deli ediyodu ama öyle böyle değil. sürekli eziyet, gerginlik. bi gün yaşlı bir adamı resmen gözümüzün önünde çalıştırmaktan öldürdü. hiçbirimiz sesimizi çıkaramadık. bize bir şey olmadı diye de içten içe sevindik, açıkçası... belki zorrad da rahatlar diye de düşündüğümü hatırlıyorum. ama rahatlamadı şerefsiz. bi gün iyice beter bi günündeydi. ben bir yandan çalışırken, bir yandan yetimhaneyi, kedi'yi, yatko'yu, tomrad'ı, duns'u düşünüyordum. neredeler, benden daha iyi durumdalar mı, biz ne bok yemeye çıktık ordan diye. sırtımı baştan başa kesen bi acıyla kendime geldim. "dalma ulan iş başında, piç. yetimhanedeki ork sevgilini mi düşünüyosun götveren!" diye konuşuyordu. ben yattığım yerden doğrulurken kırbacın bi kere dah kalktığını hissettim. o sırada etrafımdakileri görüyordum göz ucuyla ve bu sefer de onlar düşünüyordu belli ki, "iyi ki bize sarmadı..." diye. kedi hocanın gözleri önümde belirdi. sessiz, duruyordu. kırbacın vınlamasını duydum. kedi hocanın gözlerine başımı salladım öne doğru, bir yetimhane piçinin şerefsiz şerefiyle. gözler kaybolur ve önümde taş ocağının tozlu toprağı belirirken yana yuvarlandım, sağıma baktım, büyük bir taşı ittim kırbacın üzerine anında. zorrad "ne o piç? adam mı oldun başımıza?" derken kırbacı çekmeye çalıştı. gelmedi. bir kere daha çekecek oldu, gelmedi. ama ben ona doğru geliyordum. zorrad kırbacı bir kere daha çekiştirmeye kalkınca, kırbaç koptu. o öfkeyle kırbacı yere atıp, hançerine davranırken, ben kendimi ona fırlatmıştım bile. bu numarayı yetimhane'de elden ele dolaştırmaktan yıpranmış bir romandan görmüştüm ve yapmaya and içmiştim. "Şen Haramiler"di romanın adı ve Caleb diye kel bi savaşçı illa ki böyle akrobasilere girişiyordu. çocukken çok hoşuma giderdi caleb'le arkadaşlarının maceralarını okumak. bizim çocuklar da hastasıydı, hatırlıyorum. romanın son cildi kayıptı. o kayıp cildi yıllar sonra buldum. ama inat ettim, okumadım. büyüyü bozmak istemedim. zorrad'ı gebertmek istiyordum ama. köpeği yere düşürdüm. hançerini savurmayı başardı. boynumun altında, köprücük kemiğime doğru uzanan iz oradan kalmadır. bir ayağımla var gücümle doğrulup hançeri tutan elinin üzerine bastım. bir iki parmağı kırdığımdan emindim. ama zaferimden erken emin oldum. boşta kalan eliyle enseme çok kötü vurdu. gözüm karardı, yan düştüm. "piç..." dediğini duyuyordum nefes nefese, arkamda, önümde, bir yerlerde... "senle işim bittiğinde köpekler bile yemeyecek ardından kalanları. piç..." hala göremiyordum. sakince durdum. "piç..." derkenki nefesi sağ yanağıma çarptı. döndüm, kafamı kulağının olduğunu tahmin ettiğim tarafa attım ve ısırdım. var gücümle ısırdım. tam olmasa da tutturmuştum hedefi, ellerim boynunu bulmuştu bile yavşağın. ısırmaya devam ettim, koparıp attım kulağını. gözlerim açıldı o sırada, kendime geldim. yerde başınn sol tarafını tutmuş kanlar içinde yatıyordu. kırbacın kopuk kısmını aldım. yeterince uzundu. doladım başının etrafına, sıktım, sıktım, sıktım. bu noktadan sonra kolay geberdi. nefes nefese etrafıma bakındım. diğer işçiler korku içinde bana bakıyordu. başımı kaldırdım, uzaktaki ocaklardan diğer ustabaşılar geliyordu bize doğru. zorrad'ın üzerindeki hançeri, para kesesini aldım. koşmaya başladım. ağaçların içine doğru. sonra bir şey aklıma geldi. geri döndüm. ağaçta bağlı atı duruyordu ölü şerefsizin. kestim atladım üzerine. at yolları biliyordu. deh! dedim. deh ulan! deh! deh!
at çatlayana kadar gittik ormanlığın içindeki patikalardan. yorgunluktan üzerinden düştüğümü sonradan hatırladım, bir derenin başında gözlerimi açtığımda. atım bağlı duruyordu. doğrulmaya kalktım, başımın arkasından korkunç bir ağrı geldi, zorrad'ın vurduğu yerden. yattım tekrar. soldan çimenlerde birisinin bana doğru geldiğini duyabiliyordum ama acıdan dönemedim. kavruk bir yüz tepemde belirdi. zayıf, uzun yüzünde gözleri kömür gibiydi adamın. birer minik ama çok keskin pırıltı vardı sadece. boynundan çaprazlama iki tuhaf hançer asılıydı. ne normal hançerler kadar kısa ne de kılıç kadar uzun. sonraki aylarda yol kesip soyluları soyarken, diğer çetelerle savaşırken o tuhaf bıçakları ne kadar muazzam bir ustalıkla kullandığını her seferinde şaşırarak izleyecektim. kavruk yabancı konuştu: "esirimizsin. bize karşı gelmeye kalkarsan geberirsin. yok, elim silah tutar, yanınızda dururum dersen, ona bakarız," dedi ve gitti. yeniden gökyüzü belirdi tepemde. çocuklar aklıma geldi yine. bir kahkaha duydum birden ve yatko'nun güldüğüne yemin edebilirdim. kafamı çevirmeyi başardığımda kavruk adamın az ötede 3-4 kişiyle konuştuğunu, bana bakıp içlerinden birinin güldüğünü gördüm. yatko değildi. yabancının tekiydi. derin bir nefes aldım. nefesim yabancının tekiydi. gözlerimi kırpıştırdım. gök, yabancının tekiydi. gözlerimi kıstım. hayat yabancıysa bana, ben de ona yabancı olacaktım.
6 ay geçti. çetenin önce yemekçisi, sonra silah bakımcısı, ve evet güleceksiniz ama, arada sırada da duacısı oldum. savaşçılar bir acaipti. çoğunun dinle tanrıyla en ufak bi alakası yoktu. ama arada sırada öyle bir korku gelirdi ki içlerine. içimize. gece nöbeti için uyandıracağınız arkadaşınızı gördüğü kabustan çıkardığı sesler yüzünden önce uyandırdığınız çok olurdu. yetimhane'de kedi hoca'nın bize arada sırada ezberletmeye çalıştığı üç beş dua kalmıştı benim de aklımda. ben de onları okur, onları rahatlatırdım. dalga geçmek için "peder" der olmuşlardı bana. 6. ayın sonlarında, bir gün bir pusuya yakalandık rakip çetelerden birine. sayımız azdı, Kavruk bağırdı yanındakine, Tan'a da verin silah! diye. Aylar önce Yatko'nun kahkahasına benzettiğim Talen başını sallayıp sırıtarak gürzünü verdi bana, kendi yedek kılıcına uzanırken. Gürze baktım. Topunun yüzünde yüzümü gördüm, arkadaşlarımın yüzlerini gördüm, Kedi'nin yüzünü gördüm ve zalimliğin yüzlerini gördüm. Ama yapacak bir şey yoktu. Kedi bana "yabandan", "yabancılıktan" bahsetmemişti. O yüzden, gürzü sallamam gerekiyordu. Ben de salladım. İlk kurbanımın yüzüne, eski dünyaları yok eden bir meteor gibi indirdim silahımı. yüzü yok oldu. sonra aylar ve yıllar geçti ve ben çok yüz yok ettim. on yüz, bin yüz. soyluların yüzleri, çetelerin yüzleri, askerlerin yüzleri, iblislerin yüzleri, orkların yüzleri, dehşetlerin yüzleri. zalimlerin yüzleri. ya da kendimi böyle kandırdım.
ta ki hayatımın en boktan gününe dek. ama yapacak bir şey yok. sonrası eziyetin dumanı, acının sisi, garibanlığın boğukluğu. utancın demiri, köleliğin çeliği, itliğin tasması. Kavruk ve arkadaşları geride kaldıktan, çeteler kanlar içinde kaybolduktan ve ben kendimi kaybedip kaybedip bulduktan sonra Tapınak'a gelip kendimi tanrıma yokluk içinde adadığım gün oldu. İlk resmi duamı eder ve kutsanırken, Talen'in bana "duacı be... hadi bi dua et de uyuyayım be..." demesi geldi gözümün önüne. o gözyaşı bende saklıdır. rahip olmamın üstüne yıllar geçmesine rağmen yine de o rahiplerin bana tam güvenmemeleri bundandır işte. sonuçta, taş ustabaşı zorrad'ın dediği gibi, piçim ben. savaşçıyım. duacıyım.
halbuki, ben zalimliğin yüzlerini bilirim. en iyisi de, kendi yüzümü bilirim. tanrıma bunu göstermeye and içtim. varsın, sıçtığımın rahipleri bana güvenmesin. sikim kısa ama kalın. herkes haddini bilsin. ben Tan Yeer'im. düşmanıyım zalimliğin. yabanıyım yabancının. ve birazdan, yıllardan beri görmediğim kardeşlerimi göreceğim. kedi'yi göreceğim. umarım bütün yüzlerimi görmez. çünkü ben kedi'den çok tırsarım.
| |
| | | | "Yetimane Piçleri Günlükleri 0-Yeni Başlangıçlar" | |
|
Similar topics | |
|
| Permissions in this forum: | You cannot reply to topics in this forum
| |
| |
| |