|
| sandpoint'te sıradan bir gün | |
| | Author | Message |
---|
1UP Admin
Posts : 3270 XP : 9100 Join date : 2008-11-20
| Subject: sandpoint'te sıradan bir gün Wed Oct 06, 2010 5:27 am | |
| karakterlerimizi daha iyi tanımak, kafalarda güzelce oturtmak için şöyle birşey yapalım.
herkes sabah kalkıp akşam handa buluşana kadar bir gün boyunca neler yaptığını yazsın. isteyen 5 cümle, isteyen 5 sayfa. çok fazla derinlere, sırlara girmeden ancak karakterlerize özellikleri tanıyabileceğimiz kadar.
Luxor karısı ve çocuğuyla neler yaptı, şerifle bir işi var mı? Kawa işlerini nası halletti, ustasıyla arası nasıl? Rasmon tapınakta kimlerle uğraştı, başrahiple arası nasıl? Pangar nerede uyandı, aile işlerini nası takip etti? alican nereye gitti, nerde yemek yedi?
yeni katedralin açılışından birkaç gün önce, yazın son günlerinden birinde gibi düşünün. oradan da oyun gününe bağlanacağız : ) | |
| | | valost
Posts : 2847 XP : 8588 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: sandpoint'te sıradan bir gün Fri Oct 08, 2010 1:46 am | |
| Sabah:
Yine evde, kendi yatağımdayım diye açtım gözlerimi. Bir süre kendime gelemedim. Uşağımız Lance’i kahvaltıyı hazırlaması için çağıracaktım neredeyse. Sonra pencereden gelen ışığı, yatağın benimkinin tam aksi yönüne baktığını fark ettim. Bi süre kalkamadım tabi yataktan o sıkıntının ağırlığıyla. Tavana baktım. Hasta babamı ve mal abimi düşündüm. Kalktım. Neyse ki bu han diğerleri gibi bitli pireli diil. Yine her taraf toz içinde ama ses edicek halim yok. Bir aydır hanın en güzel odasında kalıyorum. Aymira –buraların en zenginlerinden birinin kızı- buraların en zengin adamlarından birinin oğlunun borç takacağını düşünmüyodur tabi. Bütün sevimliliğimle bu konuyu geçiştirmeyi başarıyorum her seferinde.
Neyse aşağıda salonda kahvaltımı ediyorum. Handa kalan birkaç yolcu var. Onların muhabbetlerine kulak kabartıyorum. Aldern Foxglove masasına davet ediyor beni. Muahbbet ediyoruz. Genç artislerden biri diyecem ama haksızlık edemiyorum. Hem katedralin açılışına, hem şenliklere, hem de yakınlardaki Keneliorman'da yabandomuzu avına gelmiş. Üç işi bi arada halledicek adama akıllı denir heralde. Başka bi şey değil. Her etkinliğe davet ediyor ama Katedralde diyip kalkıyorum masadan.
Öğlen:
Dışarı çıkıyorum. Bu kasabada doğdum ve büyüdüm ama evimden çıkana kadar burayı tanımamışım tam olarak. Dışarıda eğlenilecek yerler ve kişileri tabi ki biliyodum ama sokaklarda olmak insanlara bambaşka bilgiler sağlıyo. Bi kısmını burada değil aklımda tutayım. Pazara uğruyorum bi. En pahalı mallara bakıp burun kıvırıyorum bunlar kötü diye. Cebinde beş paran yokken bile bu malların yarısı boktan dersin ama hakkaten.
Demirci Kawa’yı görüyorum. O garip alet elinde yine. Bi şeyler dövüyo. İki laflıyoruz. Benim emektar Çuvaldız’ı gösteriyorum tekrar. Her gördüğünde bayıldığı gibi yine bayılıyo. Onun bu saflığı hoşuma gidiyo. Çirkin ve akılsız olsa da sanki biçoklarından fazla şey bilen bi havası var. Arada sağlam laflar ediyo. Akşam yemek için Paslı Ejder’e çağırıyorum onu…
Sonra Sczarnilerden iki eleman gözüme çarpıyo. Bunlar da adamım diye geziyo ya. Yılışık suratlarla kalabalıkta av arıyolar kendilerine. Ama tabi hedefleri yaşlı kadınlar filan. İzliyorum… Bi teyzenin çantasına giriyo elleri ve üç beş bozuklukla dışarı çıkıyo. Anca yapıcakları bu işte. Kabadayılık yapmak ve yaşlı kadınları soymak. Mallar sürüsü.
Gezinirken Evander'le karşılaşıyoruz. Laflıyoruz. Kasabadaki enteresan tiplerden biri de bu. Küçükken baya bi takılırdık. Benim sokağa çıkmam tabi ki yasaktı ama ne bi azar, ne bi duvar ne de bi kilit tutabilirdi beni. Duvardan atlayıp arka sokaklarda kaybolur, çocuklarla oyun oynardım. Evander de onlardan biri. Burdaki bi çok yaşıtım gibi. Sonra büyüdük ve yollarımız ayrıldı haliyle. Şimdi tekrar bakınca ona anlıyorum ki sakladığı bi olayı var, kimseye söylemediği. Merak ediyorum tabi ama hangimizin yok ki? Benim yok mu, herkesten sakladığım şeyler. Evander'in kafası hep dağınık. Bazen çıkıyo sokağa pelerini filan delik deşik, ucu yanmış. Bazen geliyo üstü başı düzgün akıllı güzel laflar ediyo. Çok okuduğu belli. Ama işte boş okuyo. Ne bulursa okuyo. İşine yarayanı okucaksın bu hayatta. Gerisiyle vakit kaybetmiceksin. Yoksa hayattan geri kalırsın… İçimden geliyo, onu da hana davet ediyorum. Eski günlerin hatrına.
Akşamüstü Katedrale bakmaya gidiyorum. Bikaç gün sonra açılacak. Fena görünmüyor. Yanışını izlemiştim eskisinin. Bir devrin sonu gibi bi şeydi kasaba için. Katedralde yananlar arasında rahip Ezakien Tobyn'in üvey kızı Nualia da vardı. Her gencin en saf rüyalarını süsleyen dünya dışı güzelliği ve varlığı ile Nualia…St. Cuthbert’in kasabamıza gönderdiği bi melek olarak görünüyordu. İnsanlar saçından bir tel almak, bir hayır duasını almak için sabahtan kilisenin önünde toplanıyordu. Ve kiliseyle beraber Nualia da yanmıştı... St. Cuthbert’a inanmayanlar bile allak bullak olmuştu. Dokunulmaz bir şey herkesin gözü önünde yanıp kül olmuştu…
Sonra işte Rasmon’u görüyorum katedrale yaklaşırken, yardımcı rahip artık. O da çocukluk arkadaşı. Üstünde zırhı, kalkanı, gürzü… Gündüz mülayim kıyafetler içinde gezinen bi adam hava kararırken niye böyle kale gibi giyinir bilemezsin işte. Artis desen artis diil. Meraklı desen üstündekileri bi şekilde taşımayı başarıyo. Harbiden taşıdığı gibi kullanabiliyo mu ama merak ediyorum. Beni görünce yanıma geliyo. Nazik bi adam harbiden. Onunla sohbet zevkli. İnancını kafana kakmıyo, yaşadığı şekliyle sana yardımcı olmaya çalışıyo. Akşam için onu da davet ediyorum.
Onunla sohbet ederken bir diğer çocukluk arkadaşı Şerif Yardımcısı Luxor da geliyor. Beraber devriye yapacaklar. O da zırhını kılıcını kuşanmış. Ama bu artisliği ve yakışıklılığıyla devriyeden çok baloya gider gibi duruyor. E tabi onu da davet ediyorum akşam için. O da beni kasabanın çevresinde yapıcakları kısa yürüyüşe çağırıyo karşılığnda ama kabul etmiyorum haliyle. Herkesin işi kendine. Bi zorlasam da şu Sczarnilere bi baksalar mı diyorum içimden ama sanki bilmedikleri şey. Götleri yese hallederler.
Neyse işte. Hana geri dönüyorum. Üstümü değiştirip yıkanıp hazırlanayım akşama. Belki yolda eskilerden bi iki kız görürsem onları da davet ederim masaya. Ya da ne biliyim belki Aymira teşrif eder masamıza… Buraların en taşaklı ve en gizemli kızı Sandpoint’in en fakir zengin piçinin sofrasına teşrif eder nası olsa, her şey bedava…
Akşam: Ve hep beraber oturuyoruz. Güzel yemekler, güzel şarap ve her şey güzel sanki.
| |
| | | Latron
Posts : 1363 XP : 7085 Join date : 2008-11-20
| Subject: Re: sandpoint'te sıradan bir gün Fri Oct 08, 2010 6:25 am | |
| oha mükemmel lan. allaaaah hehehehe.. | |
| | | parakoz
Posts : 95 XP : 5877 Join date : 2009-02-04
| Subject: Re: sandpoint'te sıradan bir gün Sun Oct 10, 2010 12:22 am | |
| Sabah
Ağzımda ekşimsi bir tatla uyanıyorum. "Ne geceydi ama, naptım öyle!!". Birdenbire kendimi sorguya çektiğimi fark ediyorum. "Yeni şeyler öğrenirken kendine nazik olmalı insan" diyen o buğulu ses yankılanıyor beynimde aniden. Sol tarafa bakıp onu görüyorum; yine benden önce uyanmış, şaşırmıyorum ama gülümsüyorum. Zor geçen bir geceden sonra insanın yanında onu rahatlatacak bir yol göstericisinin olması ne kadar da iyi, şanslıyım. Konuşuyoruz bir süre, iyice kendime geliyorum. Bugün prova yok acelem de yok. Elimi yüzümü yıkayıp bir şeyler atıştırıyorum. Bikaç sayfa kitap okuyorum, açmıyo. Evden çıkmaya hazırlanırken pelerinimin bir ucunun yanmış olduğunu fark ediyorum, dün geceye ait şeyler hatırlayıp daha dikkatli olmam gerektiğini düşünüyorum. Bu hareketime rağmen beni sahiplendiği için Bay Drokkus'a daha da hayran oluyorum. Başkalarına benzemiyor gerçekten.
Öğlen
Dışarıdayım. Hava beklediğimden daha güzel. Seviniyorum. Babam da severdi güneşli günleri. Annemse yağmurlu günlerde daha fazla gülümserdi, çünkü babam daha çok yanımızda kalırdı o günlerde. Ziyaret edip nasıl olduklarını öğrenmek için yola koyuluyorum.
Başım önde olmasına rağmen bi şeylerin ışığı yansıyo gözüme, kafamı bi kaldırıyorum; Paladin Luxor. Çocukluk arkadaşı, sadık eş, örnek insan. Haytalık peşinde koştuğum zamanlarda o parmakla gösterilirdi, belliydi böyle bi adam olacağı. Daha da yaklaşıyorum, zırhı güneşte adeta ışıklar saçıyor. Selamlaşıp iki laf ediyoruz, "zırhın da kalbin gibi parıl parıl dostum" diyorum. Ağzı kulaklarına varıyo, sırtımı sıvazlıyo içten kahkahasıyla, yoluma devam ediyorum. İnsanoğlu gerçekten çok garip, yaş ya da statü farketmeden bikaç güzel sözde sana karşı olan fikrini değiştirebiliyo. Bay Drokkus sayesinde arada ben de ediyorum böyle laflar.
Az ileride Cortesaların Pangarla karşılaşıyorum. Çocukken az yaramazlık yapmadık onunla. Zengin bi aileden olmasına rağmen genelde bizim sokağın çocuklarıyla takılırdı. Komşu bahçelerden meyve aşırırdık. Ağaçlara sincap gibi tırmanıp toplardı erikleri. Okul döneminde koptuk, onun aklı hep dışarıdaydı ya da sınıftaki kızlarda. Çok okuduğumdan şikayet ederdi, o da biraz okusa fena olmaz aslında. Konuşuyoruz ayaküstü, sıkıntılı geliyo sesi. Üstelik her zamanki halinden daha salaş ve dağınık durumda üstü başı. Akşam yemek için için Paslı Ejder'e davet ediyo beni. Gider miyim bilmiyorum, ama gidersem Bay Drokkus'un bundan memnun kalacağını sanmıyorum.
Bizimkileri ziyarete gitmeden önce demirciye uğramam gerek. Tiyatro için üç beş malzeme lazım onları alıyım. Demirci Das orda olmasın diye içten içe dua ediyorum. Uzaktan bakınca ortalarda gözükmüyo, ama yardımcısı Kawa'yı seçebiliyorum. Bu kasabada en sevdiğim insanlardan biri. Yanına gidiyorum, deli gibi çalışıyor. Devasa tokmağıyla yeni silahlar üretiyor. Elindeki kelepçeye anlam veremiyorum, sonra aslında hepimizin bişeylere kelepçeli olduğumuz kanısına varıyorum. Beni görünce ayağa kalkıyo, benden iki tane nerdeyse. Yüzünde o saf gülümsemesi var, ben de gülümsüyorum. Bi torba içinde malzemeleri veriyo. Fazla başında durup oyalamak istemiyorum işi bölünmesin diye. Farkında olmasa da sanat yapıyo çünkü, ilhamı kaçmasın. Kolay gelsin deyip çıkıyorum demirciden.
Katedrale yaklaştım sayılır. Bikaç gün içinde açılacak kullanıma. Ben de bizimkilerin yanına arka taraftan gidiyim diyorum. Arka kapıda tam da görmek istediğim insanla karşılaşıyorum; Rahip Rasmon. Adam gibi adam. Kötü gün dostu. Gerçek sırdaş. Kasabadaki zihni açık az insandan biri. Sarılıyoruz. Yarım saat geciktin bugün diyo, gülüşüyoruz. Akşam hana gelecek miyim diye soruyo, bakarız diyorum. "Geliceksen de bekletme, canlılar ölüler kadar sabırlı olmayı daha öğrenemediler". Bikaç adım sonra babamla annemin yanına varıyorum. "Beni özlediniz mi?"
Akşam
Handa hep birlikteyiz. Bay Drokkus kızacak biliyorum ama şaraplar lezzetli, keyifler yerinde... | |
| | | karnak
Posts : 35 XP : 5578 Join date : 2009-09-28
| Subject: Re: sandpoint'te sıradan bir gün Mon Oct 11, 2010 1:26 am | |
| Sabah
Her zamanki gibi sabah erkenden uyanıyorum. Perdeleri çekip pencereyi açıyorum. Dışarda şahane bir hava. Güneş ışığı bir anda odanın içine dolup odayı sımsıcak yapıyor. Ama Dendera uyanmasın diye birazını tekrar kapatıyorum perdelerin. Her sabah olduğu gibi, bütün güzelliğiyle, sapsarı saçlarıyla yanımda karımı görünce; güne bu sefer de mutlu bir başlangıç yapıyorum. Kahvaltıya inmeden önce yatağımızın hemen yanındaki beşikte uyuyan oğlum Osiris i öpüyorum. O da büyüyünce benim gibi güçlü, kuvvetli, yakışıklı biri olsun diye tanrıma dua ediyorum.
Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra zırhımı, silahımı kuşanıp yardımcılığını yaptığım şerifin yanına doğru yola koyuluyorum.
Öğlen
Şerifin yanına giderken yolda insanlarla konuşuyorum. Herkes selam verip hatrımı soruyor. Buraların insanını ve onların samimiyetini seviyorum. Derken Evander Vesta çıkıyor karşıma. Çocukluk arkadaşım, okul zamanlarından. Üstü başı alışmış olduğum gibi yine dağınık, pelerini yırtılmış, heyecanlı bir hali var. Güzel güzel laflıyoruz eskiden yeniden. Demircide biraz işi olduğunu söylüyor ve onu çok tutmamak için lafı kısa kesiyorum.Kawa ya selam söylemesini istiyorum ondan. Ayrılmadan güzel laflar ediyor benim hakkımda. Neşe ile doluyorum tekrardan. İnsanın eski arkadaşlarından hala böyle güzel şeyler duyuyo olması güzel şey.
Yolumun üstünde katedral var. Eski dostlarımdan Rasmon yardımcı rahip. Onu da bir göreyim diye gidiyorum katedrale. Ve akşamüstü beraber devriyeye çıkmak için konuşmaya. Gittiğimde etrafında insanlara birşeyler anlatıyor. Beni görünce izin isteyip yanıma geliyor. Onunla da güzel bir muhabbet geçiyo aramızda ve akşamki devriyeyi unutmadığını söylüyor. Çok iyi bir dostluğumuz var Rasmonla. Neredeyse her gün görüşürüz. Bazı akşamlar Dendera ve Osirisi görmeye gelir. Karım ve oğlum da çok severler onu. Çok dürüst, kral adamdır Rasmon.
Şerif Belor Hemlock gittiğimde oturuyordu tek başına. İmzalanması gereken bikaç birşey olduğunu söyledi ve neredeyse bütün gün bu işler uğraştı. İyi adamdır şerif. Adil ve sağduyulu bir adam. Ama bazen cezalarda vs. duygularını daha çok ön planda tuttuğu oluyor. Ama genelde çoğu konuda ortak noktamız olan bir adam. Hiçbir hareket yaşanmıyor bütün gün. Genellikle olduğu gibi. Çok suç işlenen biryer olmadığı için çok da iş çıkmıyor bize.
Akaşmüstü devriye için Rasmonun yanına, katedrale giderken yolda Pangarı görüyorum. Akşam için beni hana davet ediyor. Öncelikle eve gidip karımla ilgilenmem gerektiğini, gelebilirsem daha sonra gelebileceğimi söylüyorum. Tabi herzaman olduğu gibi çok da kulak asmıyor bu lafıma Pangar. Aile olaylarına, evliliğe falan çok sıcak baktığını düşünmüyorum onun. Rahatına çok düşkün bir eleman. Sürekli sağda solda, akşamları farklı yerlerde uyuduğunu söylerler onun. Özünde o da iyi adamdır çok. Teşekkür edip ayrılıyorum yanından.
Akşam
Sakin geçen bir devriyeden sonra eve dönüyorum. Dendera yemek hazırlamış beni bekliyor. Gününün nasıl geçtiğini sorup, kendiminkinden bahsediyorum biraz ona. Ve Pangarın beni hana davet ettiğini ve oraya gideceğimi söylüyorum.
Hana gidiyorum. Gözlerim Pangar ı arıyor. Ve yanına gidiyorum. Kawa, Rasmon ve Evander de masada. Onları görünce daha da bi şenleniyorum. Sıcak ortam. Muhabbet,sohbet güzel. Dostlar güzel. Güzel bir akşam. | |
| | | | sandpoint'te sıradan bir gün | |
|
| Permissions in this forum: | You cannot reply to topics in this forum
| |
| |
| |